Arap baharı olan ülkelerde, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Ankara'da 2002 yılında yönetime gelmesi ve Ordu -İslamcılar -Yönetim üçlüsünün oluşmasından bu yana Türkiye'yi örnek almaya doğru bir gidişat var.
Yemende geçiş sürecinde 23 Kasım'da başlayan ittifakla Muhsin Ahmer komutasındaki askeri birlikler ve Yemenli İslami grupların anlaşması neticesinde Mayıs'tan beri süren reform çalışmaları için yeni dengelerin konulması Başkan Ali Abdullah Salih'i sonunda anlaşmayı imzalamaya mecbur bıraktı.
Tunus'ta Türkiye örneğine doğru bir yöneliş var. Zeynel Abidin b.Ali'nin hükümetine karşı yapılan devrimin uyumlu bir gidişatının olması her ne kadar aksi doğru olsa da toplumun sosyal yapısının karmaşık olmamasından ileri geliyor.
Libya'da 17 Şubat 2011 devriminden beri bu üçlü ittifak meydana çıktı. Yönetim (geçmiş yetkililer ve bakanlar), ordudan ayrılan subaylar ve İslamcıların çoğunlukta olduğu Kaddafi karşıtı muhalif güçler 27 Şubat'ta kurulan ulusal geçiş meclisinin yönetiminde en etkin gruplar haline geldi. Altı ay içerisinde Babı Aziziye'nin düşmesiyle ulusal geçiş meclisinde iki taraf arasında çatışmalar ortaya çıktı: Bir tarafta İdareciler (Mahmut Cibril) ve askerler (Tümgeneral Abdül Fettah Yunus) diğer tarafta ise İslamcılar...
Kaddafi zamanında bakan olan danışman Mustafa Abdülcelil, geçici meclisteki çatışmaları ve İslamcılarla olan çekişmeleri yüzünden Dr. Cibril'in konumundan çekiniyor. Tümgeneral Yunus'un Temmuz ayının sonunda muhalif İslamcılar tarafından öldürülmesi eski bir düşmanlıktan kaynaklanmaktadır. Yunus, Kaddafi'nin içişleri bakanı olarak görevlendirilince İslamcıları kontrol altına almak için çalışmalara başladı. Kaddafi yönetiminin sonlarına yaklaşıldığında ise onu vitrinden indirmek için planlı bir tasfiyeye gidildi.
Kaddafi sonrası yönetimin düşmesi (23Ağustos) ve Kaddafi'nin öldürülmesi (20 Ekim) arasında Dr. Cibril'in ulusal geçiş meclisinin başkanı olduğu ortaya çıktı. Özellikle Trablus, Benivelid ve Sirtede İslami görüşün ağır bastığı vatandaşlardan oluşan Zintan ve Misrata tugayları gibi etkin askeri güçler ortaya çıktı. Bunlar Kaddafi'den ayrılan ordu mensupları ve subaylarından farklı kişilerdi.
Ne Bingazi'den Trablus'a geçen Ulusal geçiş meclisi ne de yeni kurulan hükümet, havaalanı gibi başkentin önemli noktalarına hakim olan silahlı tugaylar devam ettikçe yönetimi sağlayamıyor. Üstelik bunlar içişleri bakanlığına veya savunma bakanlığına bağlı güçler de değil.
Bunun en büyük delili Seyfülislam Kaddafi'nin tutuklandıktan bir ay sonra bile Zintan tugayları tarafından hükümete teslim edilmemesidir.
Kasım ayının başlarında başkentte havaalanını elinde tutan Zintan tugayları tarafından Libya Kara Kuvvetleri Komutanına düzenlenen suikast girişimi yukarıda bahsedilen üçlünün çatıştığını ve Türkiye örneğinin tökezlediğini gösteriyor.
Geçen gün düzenlenen ıslahat kongresine Danışman Abdülcelil tarafından davet edilen Yusuf Kardavi'ye rağmen bu suikast girişiminden İslamcıların haberi olmaması düşünülebilecek bir şey değildir.
Mısır'da vaziyet ne kadar tersini de gösterse, Mübarek yönetimi düştükten sonra Türkiye örneğinde engeller (duraksamalar) sözkonusu. Mareşal Hüseyin Tantavi, İhvanın başkanı Muhammed Bedii ve İsam Şeref hükümeti uyumlu bir üçlü oluşturuyor.
İhvan askeri meclis ile hükümet arasında çatışmaların çıkmasından korkarak Mısır partilerinin teklif ettiği ortaklıktan çekindi. Şubat'tan beri asker ile İslamcılar arasında bulunuyordu. Parlamento seçimleri yaklaşınca bu iki taraf arasındaki çekişmeler arttı. Bu durum Türk ordusunun Başbakan Adnan Menderes'e karşı 27 Mayıs 1960 darbesinden sonraki haline benziyor. Darbeden sonra Milli Güvenlik Konseyi kurulmuştu. Kendilerini Atatürkçü, laikliğin ve anayasanın savunucuları sayarak vatandaşların arkasından ordu için örtülü bir hakimiyet oluşturma yoluna gittiler. Bu durum onlara yönetimi seçilmişlere bıraktıktan sonra bile askeri darbelerle 1971 ve 1980 yıllarında müdahale etme fırsatı verdi. Daha sonra Şubat 1997'de Necmettin Erbakan'a karşı kansız bir darbede bulundular.
Dr. Ali Selma'dan gelen belge
Geçtiğimiz Kasım ayının başlarında Mısır'da anayasa üzerindeki prensipleri korumak için seçilen parlamento, hükümeti kurmadan ve yeni anayasa tesis edilmeden bir çalışma yapıldığını belgeledi. Belgedeki maddelerden biri Silahlı Kuvvetlerin Anayasal düzeni korumak için müdahale hakkının olduğunu vurguluyordu.
Bu belge Tahrir meydanında ve başkent dışındaki diğer şehirlerde askeri meclis ile ihvan arasında çatışmalara sebep oldu. Çatışmaların ilk sonucu Isam Şeref hükümetinin düşmesi oldu ve neredeyse seçimler zarar görecekti. Asker seçimleri korumak adına geri adım attı.
Seçim kurulunun yetkilerini çoğaltmak yeni anayasanın herkesin taleplerine karşılık vermesi sağlanacak bir şekilde hazırlanması için Liberaller, solcular ve seçimde umduğunu bulamayanlar İhvan'ın askerle olan mücadelesinde askerin tarafını tutacaklardır. Biz bu dengeyi son dokuz senedir Ankara'da görmekteyiz. Kemalist laikler Erdoğan ile olan çekişmelerinde ordu ile ittifak etme yoluna gittiler. Kemalistler Erdoğan'ın askerle olan çatışmasında son olarak 2 yıl önce askerle ittifak etme yoluna giderek tüm siyasi oluşumlar ve düzenlemeler 27 Mayıs darbesindeki gibi değiştirilmek istendi. Ancak ordu-İslamcılar-idare üçlüsünden galip çıkan İslamcılar oldu ve yeni bir darbe engellendi. Tunus, Trablusgarp, Kahire ve San'a'da bunun böyle mi olacağı yoksa bu ülkelerdeki üçlünün kendi iç çekişmelerinin daha da mı artacağı bilinmiyor.
Dünya Bülteni için Büşra İnanç tarafından tercüme edilmiştir.