22 Temmuz’da yeni bir seçim olacak. Partiler meclise yeni üye olacak. İsimleri belirlediler. Kalanlar gidenler ve yeni isimler. Hani meşhur bir darb-ı meselimiz var ya: “gelen gideni aratır”. 22 Temmuz sonrası da böyle olacağı benziyor. Neden gelen gideni aratır? Çünkü gelen hep gideni aratmıştır. Bu bir sızlanma mıdır? Yoksa geçmişe bir özlem midir? Yapılan iyi şeyleri görememe veya görmeme midir?

 

Ben eflatuncu değilim; Eflatun’a göre “iyi” zamanın başlangıcıdır, mutluluk anıdır. Tarih ileriye doğru aktıkça ve sayısal olarak eskidikçe bozulma ve kötülük artar. Hegelci de değilim, Marksist değilim ki tarihin sonu cennettir diyelim. İyiyi, güzeli, doğruyu, hakkı zamanda, zamanın akışında aramayız. Olayların dizilişinde hiç değil. Gelen gideni aratır mantığı, hakikati zamanda, kişilerin şahsında ve olayların içinde aramaktan kaynaklanır.

           

Aristo’nun deyimiyle “İnsan toplumsal hayvandır”, yani canlı. Buna göre her insan tabiatı itibariyle siyasîdir; ister aktif siyaset yapsın veya yapmasın. Bu açıdan demokrasi adına: asker siyaset yapmasın, polis siyasete karışmasın, din adamı siyasî nutuk atmasın demek bizzat demokrasiye ve insanın doğasına aykırıdır; demokrasi adına demokratik bir yalandır. Dünyanın neresinde böyle siyaset anlayışı vardır acaba?

           

Şu doğrudur: demokrasi tüm açıklığına rağmen, aynı zamanda en gizli – kapaklı bir yönetim sanatıdır. Batıdakiler ile bizim farkımız, siyaset yapmamaları istenen kesim, siyaseti alenen değil de gizli yaparlar, silahı ele alıp meydana çıkmazlar. Yani darbe yapmazlar. Darbeyi siyasetin arkasında yaparlar. Vatikan bir devlet değil midir? Adı Hıristiyan olan birçok parti batı siyasetinde aktif siyaseti yürütmekte değil midir?

           

Türk siyasetinin en büyük hatası, siyaseti meslek kuruluşlarından farkı olmayan siyasî partilerde aramasıdır. Her seçim öncesi, şimdi duymaya başladığımız gibi meydanlarda siyasîler farklı parti nutukları atarlar. İş başına gelince hepsi aynı şey yaparlar. Sağdan olsun, soldan olsun, merkezden olsun, iş başına gelince söylediklerini unuturlar. Elbette bir şeyler yaparlar. Ama sağcıların yaptıklarından hiçbir zaman sağcılar, solcuların yaptıklarından solcular memnun olmazlar. Bu şöyle kısmen izah edilebilir: Dünya her gün yenileniyor, yeni ihtiyaçlar doğuyor, yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Fakat esasen sorunun bunlar olduğunu sanmıyorum.

 

Türk siyasetinin değişmeyen bir tarafı varsa, değişen meslekten siyasetçilerdir. Yani A gider, B gelir; B gider, A gelir. Bu da bir açıdan doğal karşılanabilir. Ama tabii siyasetçi insanlarımızın siyasî ihtiyaçları ve sorunlarından tutunuz da ülkemizin, manen ve madden bağlı olduğumuz İslam dünyasının, Türk dünyasının sorunları, çözüm şöyle dursun, her geçen gün kat kat artmaktadır. Dolaysıyla bir meslekten siyasetçinin gidip yerine başkasının gelmesi ülkemizde sorunları çözmüyor.

 

Türk siyasetinin değişmeyen değişmezi, bir heykele benzetilebilir. Heykelin içine kim girerse girsin, heykel aynı heykeldir. Heykelin canlanması, hareket etmesi, yürüyebilmesi için içeriden bir nefes üflenmesi gerekir. Sanırım eksik olan bu nefestir. 1946’dan sonra Türk siyasetinin ruhu ve nefesi satıldığından, heykel ruhsuz kaldı. Çok uzaklara gitmeye gerek yok: Özal ile Bush (Baba Bush) telefonlaşınca, ertesi gün gazetelerde “Vay canına” Bush Özal’ı telefonla aradı, cinsinden haberler. Sayın Erdoğan bir gün yerde ise iki gün havadaydı. Ya oğlu Bush ile veya bir AB yetkisiyle bir aradaydı. Her gün kulağımız seste, Batı’daki siyasî değişimde yeni yer alan siyasîlerin iki dudağı arasından ne çıkacak? AB üyeliğimize ne diyecek? Her gün ABD’nin ve AB’nin potinlerinin tozunu üflemek yerine bir de Rusya’nın Putin’ine bakmak gerekmez miydi?! Putin, Rusya’nın dış borçlarını ödedi, konuşuyor. Yeniden soğuk savaş rüzgârları estiriyor. Bizim siyasetçilere ne oluyor da her yeni gelen gidenin örneğin, borcunu ikiye katlıyor.

 

Bir gâvuru, bir peygamber ile mukayese etmek şanımıza yakışmaz, ama teşbihte hata olmaz kabilinden Putin’in yaptığını Hz. İbrahim’in yaptığına benzetebiliriz. Hz. İbrahim, hakikati güneşte, ayda ve yıldızlarda ararken, bildiğiniz gibi bir anda aklı başına geliyor. Batıp – çıkanlar Tanrı olamaz diyor. Sonrada eline baltasını alıp hak ve hakikat yerinde olan heykelleri deviriyor. Putin de Gorbaçov’un diktiği yeni heykeli yıktı.

 

Japonya’da bulunduğum 2001 yılında benim gibi, misafir öğretim üyesi olan ekonomist bir Güney Kore’li bir gün bana: “Türk siyaseti ve ekonomisi nasıl gidiyor?”  diye sordu. Ben de ağır – aksak yürüyor dedim. O da: “Türkiye gibi kardeş bir ülkenin öyle yürümesine üzülüyorum. Amerika’lılar bize 1950’li yılların başında Türkiye sizin için model bir ülkedir. Takip edin kalkınacaksınız dediler. Biz 1970 yılına kadar Türkiye’yi izledik. Bir şey göremeyince, kendimize model oluşturduk.” dedi.

 

Şimdi 22 Temmuz’dan sonra da yeni hükümet kurulacak, muhtemelen koalisyon olacak; ama yine gelen gideni aratacak. Bu, Türk siyasetinin değişmezi.

 

Fakat değişmezin artık değişmesi gerekir. Ama bunun için Kur’an’da da: “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirmez.” İlkesi gereğince meslekten siyasetçilerin kendilerini, doğası siyasî olan büyük halk kitlelerinin siyaseti doğrultusunda değiştirmeleri gerekir. Kaldı ki bu meslekten siyasetçilerin siyasî partilerinin isimlerinin şuurunda olmaları bile bunu onlara dikte ettirir: CHP, H = Halk, Halk = Hulk, yani yaratıcının kulları, DYP = Sıratü’l – Müstakim, AKP, A = Adalet, Adalet = Mülkün temeli; daha saymayalım. Bütün bunlar, partililer fark ederler veya etmezler bizim kültürümüzün ve maneviyatımızın temel kavramlarına yapılmış referanslardır. Türk siyasî hayatının temel değişmezleri bunlar olmaz ise, heykele hapis edilmiş siyasetimiz hep gelen gideni aratacaktır.