2003 yılında hükümeti devirme planı yaptıkları iddiasıyla emekli ve muvazzaf kırkdokuz subayın tutuklanması, emsalsiz bir hâdisedir ve ılımlı İslamcı AK Parti ile ordu arasındaki hesaplaşmadan istikrarsızlık doğacağı korkularına yol açıyor.
 
Ama şu var ki bunların hiçbiri de sürpriz değil. Mevcut kriz, Türk siyasetinde yaşanan uzun değişimin altını çizmiştir. İktidardaki Ak Parti 2003 yılından beri ordunun övündüğü özerkliği yavaş yavaş yontuyor. Genelkurmay Başkanı’nın o çok anılan gücü, hakiki olmaktan ziyâde zâhiri olabilir. Güçlü olduğu algısı, ordunun yaptığı dört darbeden (1960, 1971, 1980 ve 1997) ve Türk siyasetine daha az dramatik, sayısız müdahalelerinden kaynaklıyor. Bu müdahaleler aslında subayların güç ve nüfuzunu yansıtmaktan ziyâde Türkiye’deki askeri nizâmın temel zaaflarını göstermiştir.
 
Sivil denetim beyânı
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu tarihten beri yazısız da olsa yürürlükte olan siyasi kural şuydu: Siyasetçiler ve onların tâkipçileri, iktidardan uzaklaştırılmamak ve (en azından geçici olarak) siyasi yasaklı durumuna düşmemek için Erkân-ı Harbin tepesini attırmamalıdır. Sonuç olarak da Türk hükümetleri silsilesi, personel, askeri bütçe, silah alımı ve ayrıca eğitim, yayıncılık ve ulusal ekonomi gibi subayların mesleki ehliyetlerinin dışındaki meselelerde orduya karşı çıkmaktan çekindi. Aslında, askeri müdahale tehdidi sivil siyasetçileri öylesine şartlandırmıştı ki karargâhla iyi ilişkileri koruyabilecekleri şeklinde zımni bir mesaj üzerinden sık sık kampanya yürüttüler. 
 
Ancak 2003 yılı geldiğinde, ilhamını AB’den alan reformlar lehine emsalsiz bir halk desteğini arkasına alan AK Parti, Askeri Erkânı sivil denetim altına almaya başladı. AK Parti’nin çoğunluğu elinde bulundurduğu TBMM, orduya ilave bütçe tahsisatlarına nezâret etmeyi uhdesine aldı ve savunma harcamalarında öncelikleri tespit etmesi için sivil denetimindeki Milli Savunma Bakanlığını – Genelkurmay’dan bağımsızdır ve onun üzerinde denetim gücü yoktur – güçlendirdi ve ordunun YÖK’teki, RTÜK’teki temsiline son verdi. Bu kurullardaki askerlere, cumhuriyet’e yönelik tehditlerin, bilhassa da irticanın ve bölücülüğün, eğitim sistemine ve ulusal yayıncılığa sızmasını engelleme görevi verilmişti.
 
En önemli değişiklik, askerlerin Türk siyasetine nüfuz ettikleri ana mecrâ olan Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) yapıldı. İlk olarak, MGK’daki askerlerin sayısı, sadece Genelkurmay Başkanı’nın katılabileceği şekilde 5’ten 1’e indirildi. İkinci olarak, evvelden doğrudan Genelkurmay Başkanı’na rapor veren askeri subaylara mahsus MGK Genel Sekreterliği görevine sivillerin atanması yasal şart haline geldi. MGK’nın elindeki yürütme yetkisi de alındı ve bütçesi başbakan’ın denetimine verildi.
 
Ordu bu dramatik değişimlere rağmen MGK’nın rütbe-i tenzile uğrayan mevkiini kabule mecbur kaldı. AB reformlarına verilen muazzam halk desteğine (yüzde 77 civarında) bakınca, askerler ordunun popülaritesini tehlikeye atmaksızın – subayların kıymet verdiği bir şeydir - bu değişikliklere karşı çıkamazlardı.
 
AK Parti’nin iddia olunan rövanşçılığının subayları rahatsız ettiği hakkında dönem dönem gelen haberlere rağmen askerlerin zamanın başbakan yardımcısı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını engellemeye kalkıştıkları 2007 Nisan ayına kadar ordu ve hükümet arasında hiçbir karşılaşma yaşanmadı. Cumhurbaşkanlığı makamı büyük ölçüde temsili olmasına rağmen cumhurbaşkanı’nın yasama üzerinde onay ve veto gücü var. Askerler Abdullah Gül cumhurbaşkanlığıyla, İslami devlet kurulması önündeki son güvenlik duvarının düşmesinden korktular.
 
Askerler, Abdullah Gül’ün ismini anmaksızın, AK Parti egemenliğindeki meclis Gül’ü onbirinci cumhurbaşkanı olarak seçtiği takdirde zımnen müdahaleyle tehdit eden bir mesajı Genelkurmay Başkanlığı’nın web sitesinde yayınladılar. Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin başlıca şehirlerinde protestolarla geçen gergin bir aydan sonra, erken seçim çağrısı yaptı. AK Parti oyların yüzde 47’sini alarak ezici bir zafer kazandı.

Mart ayı geldiğinde, Cumhuriyet Başsavcısı Adalet ve Kalkınma Partisi'ne karşı “laiklik karşıtı faaliyetlerinin odağı olma suçlamasıyla” kapatma davası açtı. Suçlamaların yapılması doğrudan orduyla bağlantı değildi ama Genelkurmay Başkanlığı'nın AK Parti'ye duyduğu derin güvensizlik, suçlamayı mümkün kılan bir muhit yaratmıştı. Anayasa Mahkemesi nihayetinde partiyi suçlu buldu fakat parti kapatma aleyhinde karar verdi ve yetmiş üyesine siyaset yasağı getirdi. Bu karara, bir mahkumiyet kararı olmasına rağmen, AK Parti'nin zaferi ve ordunun başı çektiği laik seçkinlere indirilmiş bir darbe nazarıyla bakıldı.

Bir dizi mahçup edici olay, askeriyenin kamusal itibarını biraz daha aşındırdı ve AK Parti'nin, subayları sivil otoritenin astı kılmasına imkan verdi. Bazı üst düzey komutanların ve astlarının ülkeyi istikrarsızlaştırma çabalarına girmeleri ve darbeyi teşvik etmeleri kapsamında yürütülen Ergenekon soruşturması bunlardan biri. İlave olarak, günlük Taraf gazetesi, PKK'nın Türk askerlerine karşı planlı saldırıları gerçekleşmeden önce ordunun durumdan haberdâr olduğunu fakat AK Parti'nin ayağını yerden kesmek için hiçbir şey yapmamayı tercih ettiğini kanıtlayan sözde belgeleri yayınladı. Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı subaylar da başbakan yardımcısı Bülent Arınç'a suikast planlamakla suçlandılar. Bu ikinci olay, sivil savcıların delil bulmak maksadıyla Özel Kuvvetler karargâhında arama yapmasıyla sonuçlandı, ki Türkiye'de emsalsiz bir gelişmedir.

Darbelerin özündeki zayıflıkKırkdokuz subayın tutuklanması büyük haber olmasına rağmen gerçek şu ki Türk ordusunu mutlak güç gören halk algılaması büyük ölçüde hatalıydı. Subaylar kendilerini laiklik ve cumhuriyetçilik gibi Atatürk ilkelerinin koruyucusu olarak görmektedir. Ama ne ki Kemalizm – en azından subayların yorumladığı Atatürk fikirleri – Kürtlere, dindar müslümanlara, Ermenilere, Rum azınlığa ve Türk toplumu daha modern ve daha karmaşık bir hale geldiğinden dolayı, daha demokratik bir siyasi sistemde yaşamak isteyenlere asla yer açmamış donuk bir siyasi riayet talep eder.

Subayların elli yıl zarfında dört darbe gerçekleştirmiş olmaları gerçeği, askerin siyasi iradesini topluma hüküm ferma kılamadığının ispatıdır. 1960, 1971, 1980 darbeleri ve 1997'nin “boş” yahut “postmodern” darbesi, Genelkurmay'ın tasarrufundaki müthiş ateş gücünü yansıtmaktadır şüphesiz fakat “cebir”, en az etkili siyasi kontrol aracıdır. Hakikat, ordu, her bir askeri müdahalenin ardından Kemalist siyasi düzeni korumak için Türkiye anayasasını yazarak, tekrar yazarak bir daha müdahale etme durumunda kalmamanın yoluna baktı ama Türkiye'nin siyasi kurumlarını yeniden yapılandırma çalışmaları, siyasi sisteme karşı çıkılmasını engellemede her defasında başarısız oldu.


Amerika'nın tepkisi

Obama yönetimi Türkiye'yi Ortadoğu'da, Orta Asya ve Kafkaslarda, Güney Asya'da stratejik bir müttefik olarak tanımasına rağmen Washington, Türkiye'deki iç siyasi hengâmenin Ankara'nın bu kritik bölgelerde faydalı bir müttefik olma kabiliyetine zarar vereceğini takdir etmelidir. Darbe şeklinde askeri bir ters tepki veya AK Parti'nin tutuklamaları bir politik sindirme mücadelesinde kullanması, Türk siyasetini ve pazarını öngörülebilir geleceğe kadar istikrarsızlığa düşürecektir. Washington, hukukun hâkimiyetinin önemini ve Türkiye'nin demokratik dönüşümünün önemini vurgulamaya devam etmeli, söz konusu durumda hem Ankara hem de Washington adına risklerin yüksek olduğunu her iki tarafın – ordunun ve iktidarın – dikkatine sunmalıdır.


Kaynak: Amerikan Dış İlişkiler Konseyi
Özgün başlık: The Weakening of Turkey’s Military
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın