Turizm sektörü için “bacasız sanayi” yakıştırması çok yaygın olarak kullanılır. Bacasız sanayi tanımlamasının, turizme karşı geliştirilecek her türden eleştiri ve sorgulamaya karşı çok dayanıklı bir zırh olarak işlev gördüğü kesin. Ne var ki bu bacasız sanayinin de 'endüstriyel atıklar'ının olabileceğini, bu atıkların ortaya çıkardığı sonuçları üzerinde düşünmenin en azından mantıksal bir zorunluluk olduğu üzerinde hiç durulmaz.

Bacasız sanayinin atıkları konusuna dikkat çekmişken akla gelecek ilk konunun çevre sorunuyla ilgili olması kaçınılmaz. Mesela, turizm sektörünün küresel bir hacim kazanması ve bunun uzak mekanlara, zamana karşı bir hızla gerçekleşmesinin uçak yolculuğu taleplerinde patlama yapmasının doğurduğu çevre sorunları keyif kaçırıcı olmaktan başka ilgiye değer bulunmaz. Artan uçak yolculuğunun küresel ısınmaya yol açan önemli faktörler arasında olması gibi geleceğimizi etkileyecek sonuçları üzerinde tartışmadan önce daha derinlerde yatan ahlaki, kültürel temellerini sorgulamak gerek.

Yapılan bir resmi açıklamaya göre sadece Antalya'daki beş yıldızlı otel sayısı tüm İspanya'dakinden daha fazlaymış. Bu haberin benim için çarpıcı gelmesinin özel bir anlamı var; henüz Türkiye bacasız sanayinin etkileriyle yüz yüze gelmediği yıllarda İspanya'ya gelen yıllık turist sayısının 20 milyonun üzerinde olduğunu okuduğumda ilk olarak “bu kadar turistin mıncıkladığı bir ülkeden geriye ne kalır” türü bir sorunun beynimde şimşek gibi çaktığını çok iyi hatırlıyorum.

Turisti masum ve sempatik gösteren, en azından nötr bir imaj olarak akla ilk gelen elinde fotoğraf makinesiyle fotoğraf çeken bir yabancıdır. Bu, modern turist imajını geçmiş zamanların gezgin tipinden ayıran önemli belirleyicilerden biri... Fotoğrafın felsefi temelleri üzerine kafa yoran Susan Sontag “gittiğimiz mekanların fotoğrafını çekerek orayı/onu teslim alırız” tespiti olayın hiç de gezelim görelim, kültürleri tanıyalım söyleminden ibaret ve de masum olmadığını ihtar etmiyor mu?

Modern insanın çevresiyle kurduğu ilişkinin daha doğrusu modern aklın tabiatla başetmeyi hedefleyen savaşının, tahakküm duygusunun fotoğraf karesine sığdırılmış bir özeti olarak okuduğumuzda 'turistik kolonyalizm'in ekonomik ve kültürel boyutlarıyla kendini gösteren doğasının varoluşsal boyutlarına uzanmamızı zorunlu kılıyor. Başta tabiatı olmak üzere, başka mekanları teslim alma duygusunu tatmayı sağlayan fotoğraf çekme eylemi ile “turist bakışı” arasındaki ilişki, sonuçları itibariyle küresel ısınmaya yol açan yoğun uçak trafiğinden bizim gibi ülkelerde gönüllü yeni tür kolonyalizme götüren sektöre dönüşmesinden ayrı düşünülemez.

Modern hayatın bir ritüeli haline gelen tatil yapma alışkanlığının özellikle Avrupalıların tasrihi açısından bir tür 'hac yolculuğunun yerini alması yeni mekanları görme ve fethetme duygusuyla da içiçedir. Bireysel ölçekte farklılıkları tanıma ve çoğullaşmayı mümkün kılıyor görünse de turizmin endüstriyel sektöre dönüşmesi farklılıkları, ehlilleşmemiş güzellikleri (mekan ve insanları) zapt etme ve daha organize haliyle efendi-hizmetçi ilişkisinin modern sonrası belki postmodern formülasyona dönüşmesi kaçınılmaz hal alıyor. Bunun en çarpıcı örneği, Türkiye'ye gelen turist profilinin sosyo ekenomik özellikleri ile bunlara hizmet veren sektörün/Türklerin konumudur. Kendi ülkesinde alt sınıftan bir Alman, Hollandalı ülkesinde ulaşamayacağı hizmeti çok ucuz fiyata burada elde edebilmektedir. Tam tersi bir durum burası için söz konusu; kat kat fazlası fiyatı ödeyebildiği takdirde benzer mekan ve hizmete ulaşabilen bu ülkenin ayrıcalıklı kesimi de beyaz kolonizatörle bir arada olma mutluluğunu yaşayabiliyor.

İnsanları birer gezgin olmaktan çıkarıp turist kafilesine dönüştüren sektör ise mekanları sıradanlaştırırken yerli olan her şeyi kimliksizleştirip iğdiş etmekte hayli başarılı. Herkesin dokunabildiği, herkese ait/leştirilen otantik mekanlar kimliklerini yitirmekle kalmıyor el değmemiş doğal görüntüler aşındırılarak sıradanlaştırılırken çekilen fotoğraf karesine sıkıştırılan bu görüntü turistin onu elde etme duygusunu fazlasıyla yaşatıyor.

Yerel olanın evrenselleşmesi, farklılıkların keşfi adına yüceleştirilen turizmin sanayi atığı olarak ekonomik boyutunun bir tür turistik kolonyalizme dönüşmesinin doğurduğu sonuçlar artık görmezden gelinemez. Turist bakışı mekanların ve yerliliğin sahici özelliklerini buharlaştırır. Turistik hale gelen küçük bir köy bile artık o köylülere ait olmaktan çıkmış sanılanın aksine evrenselleşmek yerine kimliksizleştiği, o küçük mekanda bile ev sahibinin olmadığı, herkesin birbirine yabancılaştığı turistik mekan haline gelmesi demektir. Daha derin bir soru olarak insanlık mirasının ve tabiatın kendine yabancılaştırması, yerel ve yerli olan her çeşitten otantikliğe el değilerek aşındırılması, melezleştirilmesi sorunu üzerinde düşünmenin zamanıdır.


Kaynak: Yeni Şafak