GENAR'ın geçen ay yaptığı bir araştırmaya göre, Türk toplumunun yüzde 96,1'i bir dine inanıyor. Herhangi bir dine inanmayanlar sadece 2,4. Yüzde 1'i ise din ve tanrı meseleleriyle ilgilenmiyor, kendisini "agnostik" olarak tanımlıyor.
Yüzde 0,5 ise hem herhangi bir dine inanmıyor, hem de dinlere karşı olduğunu söylüyor. Araştırma, bugün toplumun yüzde 37,2'sinin "dinin gereklerinin bir kısmı"nı yerine getirdiğini gösteriyor. Yüzde 31,4'ü "dinin gereklerinin tümü"nü yerine getiriyor. Yüzde 20 "dinin gereklerini az da olsa" yerine getiriyor. Yüzde 7,1 ise inanç olarak dine inanıyor, kendisini o dine mensup hissediyor; ancak gereklerini yerine getiremiyor. Kadınlar erkeklere göre daha dindar görünüyor.
Araştırmada "siyaset-din ilişkisi" konusunda da ilginç bilgiler var: Mesela toplumun yüzde 68,2'si, bir siyasi partinin "inançlara saygılı olup olmaması"nı, o partiye oy verip vermeme konusunda kendisi için bir kriter olarak görüyor. Yüzde 19,6'sı için ise inanç bir kriter değildir. Ancak yüzde 12,3'ünün inanç meselesini nispeten kriter olarak gördüğünü ifade etmesini de dikkate aldığımızda, Türk toplumunun yaklaşık yüzde 80'i siyasetin dine karşı duruşunu ya da din ile olan ilişkisini siyasal davranışında bir unsur olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bu veriler, solun dini bütünü ile "bireysel bir konu" ve "vicdanla ilgili bir olgu" olarak görüp, kamusal hayattan dışlayan tavrının toplumun talepleri ile örtüşmediğini ima ediyor.
CHP'yle ilgili küçük bir bilgi kaydedilmeye değer: Toplumun yüzde 65,2'si CHP'yi inançlara saygılı bir parti olarak görmüyor. CHP'yi inançlara saygılı görenler 34,8. Bunun yegane sebebi CHP'nin "dinle barışık gözükmeyen laiklik söylemi" gösteriliyor. Bu tutum CHP ve CHP ile özdeş görülen sol'un inançlara saygı duymayan bir siyasi parti gibi algılanmasına sebep oluyor.
TESEV'in Kasım 2006'da yaptığı araştırmaya göre, "öncelikli kimlik" çerçevesinde kendini "Müslüman" olarak tanımlayanların oranı yüzde 44,6 idi; bu oran 1999'da yüzde 35,7 olarak görünüyordu. Sağ-sol gibi 'kimlik tercihleri' çerçevesinde kendini Müslüman tanımlayanlar yüzde 58,2'ye çıkıyor. Siyasal olarak kendini 'laik' tanımlayanlar yüzde 20,3; 'İslamcı' tanımlayanlar yüzde 48,5 olarak ortaya çıkıyor.
Kamuoyu araştırmaları hiçbir zaman toplumu bir ayna gibi yansıtamaz; ancak yine bize bir fikir vermesi bakımından önemlidir.
Din bu toplumun en önemli gerçeğidir, her zaman ülkenin gizli gündeminde yer almaya devam etmektedir. Bundan sonra önemi daha da artacaktır. Kentleşmenin geldiği nokta, eğitim ve gelir düzeyinin artması, büyük kentlere göç eden nüfusun önemli bir bölümünün şehir hayatına bir şekilde intibak etmesi, dikkate alınması gereken bir konudur. Bütün bunlara paralel ve fakat aksi yöndeki bir gelişme olarak merkezdeki çekirdek iç enerjisini kaybediyor; hukuktan idareye, iktisattan uluslararası ilişkilere kadar neredeyse her alanda verimliliğin azalmasına yol açıyor. Hiçbir firma ilanihaye zarar ederek ayakta duramaz; Türkiye de zarar ederek, verimliliğini düşürerek dünya ile rekabet edemez.
Bu yeni dönemde din, yeni toplumsal güçlere bir motivasyon, yapıp ettiklerine anlaşılır bir meşruiyet çerçevesi sunmaktadır, bu yüzden Fransa'dan iktibas ettiğimiz laikçilik, enerji kaybının en önemli sebepleri arasında yer almaktadır.
Bence fildişi kulelerinde oturup da Batı'da kaleme alınmış kitapları okuyarak ve ara sıra -havaalanına giderken- dinî hayatın daha hissedilir olduğu semtlerin ana caddesinden geçerek bu toplum hakkında bilgi ve kanaat sahibi olduğunu zanneden sosyal ve siyaset bilimcilerimiz, oturup yeni baştan bir okuma -bayağı İslam dini, tarihi, tefekkürü, ilimleri ve reel durumu konusunda bir okuma- yapmalıdırlar. Mahalle baskısı, irtica, Malezyalaşmak vb. magazinel konular popüler kültür veya gündem saptırmak açısından iyidir, ama Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu maddi, kültürel ve sosyo-politik süreçler hakkında bize doğru dürüst fikir vermezler.
Kaynak: Zaman