Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton geçtiğimiz hafta, Obama idaresinin "terörle savaş" ifadesini en sonunda terk ettiğini ağzından kaçırdı. Kullanılmayışı yorumcuların dikkatini çekiyordu zaten. Clinton, "hiçbir talimat yok, sadece kullanılmıyor" dedi.

Önemsiz görünebilir ama söylemdeki bu değişiklik, radikal İslam'la mücadelede önemli bir dönüm noktasını işaret ediyor. Çünkü terörle savaş fiili olmaktan ziyade söylemsel bir ihtilaftı. Müslüman dünyasındaki fanatik güçlere karşı yürütülen mücadelede son derece gerçek ve kanlı bir askeri bileşen elbette var ama ABD ve müttefiklerinin Irak, Afganistan ve ötesindeki girişimlerinin bu mücadelenin ayrılmaz bir parçası mı olduğu, dikkati bu mücadeleden başka tarafa mı çektiği yoksa daha da kötüsü, iflasının bir kanıtı mı olduğu gayet tartışılır. Ama terörle savaş daha başından itibaren ideolojik bir savaş –bir medeniyetler çatışması- olarak ortaya konulduğuna göre, mücadelesi silahlar ve bombalardan ziyade sözler ve fikirlerle çok daha yapıcı bir şekilde verilecek olan söylemsel bir savaş olduğu iddia edilebilir.

Gerçek şu ki, "terörle savaş" cümlesi başından beri sorunluydu. Bunun tek sebebi "terör", "terörizm" ve "terörist" kelimelerinin, tanımladıkları olaylar ve kişiler kadar onları kullananları da yansıtan çöpe atılması gereken terimler olması değil; aynı zamanda, bu savaşın hiçbir zaman terörizmin kendisine karşı olmaması. Öyle olsaydı İspanya'daki ayrılıkçı Baskları, Sri Lanka'daki Hindu/Marksist Tamil Kaplanları'nı, Hindistan'daki Maocu isyancıları, İsrailli aşırı milliyetçileri, Kürt PKK'yı, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu'ndan geride kalanları, ayrılıkçı Sih hareketlerini vb. de hedef alması gerekirdi.

Bush idaresi tarafından tasarlanan haliyle terörle savaş, terörizmin özel bir kolunu hedef almıştı: Sadece İslamî yapılanmalar tarafından kullanılanını. Bu ideolojik savaşta düşman, sadece 11 Eylül 2001'de ABD'ye saldıran insanları ve onları destekleyen örgütleri değil, dağınık gruplara dair hiç durmadan büyüyen komplo teorileriyle; Filistin'de Hamas'ı, Lübnan'da Hizbullah'ı, Mısır'da Müslüman Kardeşler'i, İran'daki molla rejimini, Keşmir militanlarını, Taliban'ı ve kendini Müslüman olarak tanımlayıp taktik olarak terörizmi seçen tüm örgütleri kapsayacak şekilde genişletildi.

Terörle savaşın temel söylemine göre bunlar, ortak bir gündeme ve ortak ideolojiye sahip yekpare bir düşmandı. Bu grupların birçoğunun birbirlerini, Amerika'yı gördüklerinden daha büyük bir tehdit olarak görüyor olmasının; son derece farklı ve bazı durumlarda hiçbir şekilde bağdaşmayacak siyasî beklentileri ve dinî inançları olmasının ve birçoğunun daha önceden Birleşik Devletler'i düşman olarak kabul etmemesinin önemi yok. Bu hayalî bütüne uydurma bir isim ver, "İslamifaşizm" olduğunu söyle ve böylelikle, alt edilecek bir güç olarak değil ama karşı çıkılması gereken bir fikir olarak kolayca ayırt edilebilir bir düşman yaratılmış olsun. Ve tabii bu düşmanın temel özelliği de "biz" değil "onlar" olması olsun.

Fas'tan Malezya'ya kadar geniş Müslüman dünyasının farklı güçlerini, hareketlerini, ordularını ve şikâyetlerini bir araya yığıp onları tek bir kategoriye; düşman kategorisine yerleştirip onlara tek bir kimlik, terörist kimliğini atfeden ve tek bir stratejiyle, savaşla karşılık veren Bush idaresi, küstahça, terörle savaşın aslında "İslam'la savaş" olduğunu ilan ediyor görünüyordu.

Worldpublicopinion.org tarafından 2007 yılında yapılan bir araştırmaya göre çatışma, dört büyük Müslüman ülkede; Mısır, Fas, Pakistan ve Endonezya'da çoğunluk tarafından böyle görülüyordu. Deneklerin üçte ikiye yakını, savaşın amacının Ortadoğu bölgesinde "Hıristiyanlığı yaymak" olduğunu söylüyordu.

Eğer terörle savaş, El Kaide'nin karşısında Müslümanların sevgilerini ve güvenlerini kazanmaya yönelik ideolojik bir mücadele idiyse, dünya genelindeki fikir birliği, mücadelenin kaybedildiğini gösteriyor.

2008 yılı Eylül ayında BBC tarafından Rusya, Avustralya, Pakistan, Türkiye, Fransa, Almanya, Britanya, ABD, Çin ve Meksika'nın da dahil olduğu 23 ülkede gerçekleştirilen araştırmada, deneklerin % 60'a yakını, terörle savaşın El Kaide'yi ya hiç etkilemediğini, ya da kuvvetlendirdiğini söyledi. % 47'lik bir oran galip gelenin olmadığını söylerken, Amerikalıların da % 56'sı bu görüşteydi.

Sadece "terörle savaş" cümlesini bırakmanın değil, radikal İslam'la mücadelenin askerî yollarla kazanılamayacağını kabul etmenin de zamanı. Müslümanların sevgisi ve güveni Bağdat sokaklarında veya Afganistan dağlarında değil; Paris varoşlarında, Doğu Londra'nın gecekondu mahallelerinde ve kozmopolit Berlin ve New York kentlerinde kazanılabilir.

El Kaide gibi grupların çağrılarına karşılık verecek en etkin silah, kullandığımız kelimeler olabilir.

8 Nisan 2009, The Los Angeles Times
 
Kaynka: Zaman