Irak ve Suriye’de terörle mücadele adına IŞİD’e karşı operasyonlar devam ederken diğer taraftan da mücadelenin fikri ayağını oluşturma gayretleri sürüyor. Şimdi Kuveyt ile Mısır’ın başını çektiği teröre karşı fikri bir hat ve cephe oluşturma çabası var.  Mısır Vakıflar Bakanı Muhammed Muhtar Cuma ile birlikte Kuveyt Vakıflar Bakanı Yakup Sani böyle bir küresel cephe ile birlikte itidal mihveri oluşturmak için yola çıkıyorlar. 

Elbette bu projeyi yerel liderlerden veya ABD’nin etkisinden azade düşünmek mümkün değil.  Bir müddet önce ABD’nin sıkıştırması üzerinden  terörü finanse etmek suçlamasıyla birlikte Kuveyt Adalet Vakıflar ve İslami İşlemler Bakanı Nayif el Acemi istifa etmek zorunda bırakılmıştı.  Şimdi Vakıflar bakanı Yakup Sani, Muhammed Muhtar Cuma ile birlikte teröre karşı fikri zeminde küresel bir ittifak ve cephe oluşturmayı amaçlıyor.  

Ali Laricani'nin bölge ziyaretinin ortaya koyduğu gibi İran’ın da bu yönde paralel bir çabası var.  Ürdün Vakıflar Bakanı Hayil  Davud da terörizme karşı küresel fikri savaş projesine destek verdiklerini  ilan etti. Muhammed Muhtar  Cuma’nın açıklamaları, 11 Eylül’den sonra bir kez daha İslami söylemin yenilenmesi projesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.  11 Eylül ve sonrasında Bush yönetimi İslam dünyasında İslami söylemin yenilenmesi için bir kampanya başlatmıştı.  Okullarda dini müfredat Amerikan değerlerine göre yeniden tanzim ediliyordu.  Bu yeni kampanya, ‘örgütlü teröre karşı’ imamları ve din adamlarını fikri olarak örgütlemeyi, harekete geçirmeyi amaçlıyor.

*

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Kuveyt ziyareti ve sonrasındaki açıklamaları, Türkiye’nin de bu projenin pek uzağında olmadığını gösteriyor. Milliyet gazetesinde yayınlanan bir habere göre Bülent Arınç teröre karşı mücadele de Körfez ülkeleriyle tam bir mutabakat içinde olduklarını beyan ediyor.  Kuveyt’te iki gün süren temaslarda bulunan Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kuveyt yönetimi ile Suriye, Irak, Mısır ve Filistin başta olmak üzere bölgesel konuları ve ikili ilişkileri ele alıyor.  Adalet, Evkaf ve İslam İşleri Bakanı Yakup es-Sani’nin resmi davetlisi olarak Kuveyt’te temaslarda bulunan Arınç, ayrıca Türkiye’yi ve Körfez ülkelerini ilgilendiren terörle mücadele konusunu ele aldıklarını da duyurdu. Terörle mücadele konusunda tam bir mutabakat içinde olduklarını beyan eden Arınç ortak amaçlarını şöyle ortaya koyuyor: “Biz terörün bir insanlık suçu olduğuna inanıyoruz ve inandığımız İslam dini de teröre izin vermez. Hiçbir gaye için, hiçbir amaç için teröre başvurulamaz. Terör bir suçtur.” 

İslam’da şiddet yok, İslam teröre izin vermez gibi sözler, etrafına cami ve ağyarına mani değildir. Doğru olmakla birlikte eksiktir. İslam şiddete izin vermez derken Amerikan şiddetine veya işgaline maruz kaldığında da teslimiyeti mi önerir? Sonrasında nasıl mukabele edilmelidir sorusunun cevabı nedir? Bu sözler umumiyat nevinden olup nereye çekilirse oraya gidebilir.  Derde deva sadra şifa olmaktan uzaktır.

*

Şiddet fırtınası bastırdığında, bazı rejimler ulemayı ve alimleri hatırlıyor ve devreye sokuyorlar. Onlardan gençleri ikna etmelerini ve öfkelerini yatıştırmalarını istiyorlar.

Alimlerin devreye sokulması birçok kez denendi. 1990’lı yıllarda Mübarek rejimine karşı şiddet dilini kullanan Cemaat-ı İslamiye’ye karşı alimler bir kez daha devreye sokuldu ve Ezherli hocalar muhataplarıyla, hapishanelerde bu mesele etrafında tartıştılar.  İkna süreci olumlu sonuç verdi.  Cemaat-ı İslamiye’yi fikri olarak çözdü. Seyyid İmam gibi Cemaat ileri gelenleri ve müftüleri bu süreçte kendilerini gözden geçirdiler ve şiddet diline son verdiler. 

Bununla birlikte, 25 Ocak veya 11 Şubat Mısır Devrimi, gözden geçirmelerin, itidal yerine tefrite vardığını ortaya çıkardı. Rejimin şiddet dili uygulaması karşısında yalpalama süreci başladı. Sedat’ın öldürülmesi eyleminde yargılanan İbrahim Nacih ve Abud Zümer gibi efsanevi isimler, devrime katılmakla birlikte 3 Temmuz 2013 Sisi darbesinden sonra bir türlü yönlerini tayin edemedi ve bulamadılar. Hatta karşı devrimin veya darbe sürecinin minberi olarak kabul edilen Al Masrı el Yom gibi gazetelerde yazmaya devam ettiler.

Bu gibi isimler yüzünden Cemaat-ı İslami’nin devrimci çizgi içindeki pozisyonu med-cezir hali yaşadı, sorgulandı. İbrahim Nacih gibiler neredeyse ex-İhvancı tabir edilen Servet Hırbavi gibilerin durumuna düştü.  

Bununla birlikte gözden geçirme sürecinin mimarı  Seyyid İmam, Kaide fikriyatına da cephe aldı ve Eymen Zevahiri’yi fitnenin başı olarak tanımladı.  Bu arada, Seyyid İmam’ın Eymen Zevahiri karşısında takındığı tutumu, Ürdünlü Selefi teorisyenlerden  Ebu Muhammed Makdisi de, Ebubekir Bağdadi karşısında yinelemiştir.

İstibdat var oldukça şiddet dilini ayarlamak kolay olmayacak.  Teorik olarak kontrol altına alınsa da pratik olarak bu pek mümkün olmayacak. Bundan dolayı rüzgar eken fırtına biçer demişlerdir. Gannuşi bunu şöyle formüle ediyor: İstibdat eken IŞİD biçer. 

Terör istibdadın çocuğudur.  Bazen tersi de cari olabilir.  Terör istibdat doğurabilir.  Bununla birlikte yoldan sapmış kitleleri veya şiddetin çocuklarını kim teskin edecek? Bunu Ezher’in bu haliyle ve yapısıyla yapması çok zor.

Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip, Mübarek döneminin iktidar partisi içinde on nüfuzlu isimden birisiydi. Ezher  üzerinden nüfuzu ayrı tartışılabilir lakin biz  iktidar aygıtı içindeki nüfuzundan, rolünden bahsediyoruz. 

Bugün Mısır’daki Muhammed Muhtar Cuma ile Ezher Şeyhi Ahmet Tayyip arasında bir çekişme var ve mahiyeti şu: Kim daha Sisici veya kim eski rejimi, Mübarek rejimini temsil ediyor? 

Bunun bir başka boyutu da şu : Tekfirciler tekfir edilir mi? Ezher, ‘ tekfirci de olsa tekfir etmiyoruz’ derken Muhammed Muhtar Cuma  kraldan fazla kralcı davranıyor ve eski rejimin alimlerini bile aratıyor.    

Evet! Mısırlıların deyimiyle bir tav’iye (bilinçlendirme) lazım! Ama bunu tekfircilerden mi başlatmalı yoksa Ezher’den mi?