İsrail'de demokrasiyi önleyen etnik saflık arzusunun modası geçti. 'Güç bela hoş görülebilir' bir azınlık olarak görmezden gelinen Arap vatandaşlar, etnik saflık çabasının imkânsızlığını somutlaştırıyor. Tek etniliğin liberal değerler için çerçeve olamayacağını kabullenmenin vaktidir.

İsrail'de geçen hafta düzenlenen genel seçimlerin sonucu, devletin varlığına dair süregiden tartışmanın en bayatlamış mevzularından birini günyüzüne çıkardı; tek etnili bir Yahudi devletinin mümkün, meşru ve arzulanır olduğu fikrini. Bir başka deyişle, Siyonist devlet ideolojisinin ahlaki ve pratik sonuçlarıyla gelen nahoş durumun altını çizdi.
1948'deki varoluş savaşı sırasında İsrail 750 bin Filistinli'yi topraklarından sürdü, 250 binini de 1967 savaşında kovaladı.
O tarihten itibaren İsrail'deki sağ-sol ayrımına damgasını vuran şey, sağ tarafından desteklenen toprakları genişletme arzusu ve Siyonist 'sol'un vurguladığı etnik arılık emeli oldu. İsrail içinde büyük bir Yahudi çoğunluk sağlamak için toprakların 'taksimi' ve Araplarla Yahudilerin 'ayrılmasını' öne süren hep bu 'sol'du. Sağ kesimse tarihsel olarak vatandaşlık haklarından (ya da diğer sivil haklardan) yararlanmadıkları müddetçe İsrail işgali altında çok sayıda Filistinli'nin yaşamasının sonuçlarına karşı genellikle kayıtsız kaldı. 

Bu gidişle nihai nokta bantustan
İşçi Partisi'nin iki cenahta da ayağı oldu. Mümkün olduğunca Araplardan arındırılmış bir toprak elde etme şansı olarak gördüğünden 1947'deki taksime onay verdi, sonrasındaki savaşlara da kalan Arapların çoğunu temizleme fırsatı olarak baktı. Fakat devasa bir toprak genişlemesi sağlayan ama milyonlarca Filistinli'nin İsrail egemenliği altındaki topraklara dahil olmasına da yol açan 1967 savaşında İsrail'in elde ettiği büyük zaferin arkasında yine aynı İşçi Partisi vardı.
Gazze ve Batı Şeria olarak bilinen bu toprakların ilhakı, buralardaki Filistinlilere vatandaşlık verilmesini gerektireceğinden ve İsrail'deki Yahudi vatandaşların çoğunluğunu tehlikeye atacağından, İşçi Partisi ve soldaki yandaşları için hep tasavvur edilemez bir mevzu oldu. Sağ kanatsa ilhak fikriyle cezbolsa da, aynı ikilim yüzünden caydı. Geçici bir çözüm olarak işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'ye yerleşimler inşa edilirken, Filistinlilerin mucizevi biçimde ortadan kaybolacakları ya da ülkeye büyük bir Yahudi akını gerçekleşip nüfus dengesinin nihai biçimde değişeceği umuldu.
Solun saçaklarındaki bazıları hep İsrail'in yanıbaşında kendi ayakları üzerinde durabilecek bir Filistin devleti kurulması çağrısı yapageldi. Onların da solundaki daha küçük bir grupsa günümüzde Güney Afrika çözümü diye tarif edilebilecek bir çağrıda bulunu; hem Yahudilerin hem de Filistinlilerin eşit haklara sahip olduğu tek bir devlet istediler.
Bu sonuncu fikir, İsrailli Yahudiler arasında asla popüler olmasa da geçtiğimiz 10 yılda tüm Siyonistlerin düşlerine dadanan bir tehdide dönüştü. 'Demografik tehlike' sözü iki devletli çözüm çağrısı yapan söylemin meşru parçası oldu. Başlangıçta solun, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına verdiği destek böylelikle bu yüzyılda ırk ayrımcılığını güçlendirmek için bir araca dönüştü. Bu açıdan
bakınca, Ariel Şaron'dan Tzipi Livni ve Binyamin Netanyahu'ya kadar sağdaki herkes için bunu kabullenmek basitleşirken, eski ABD başkanı George W. Bush'un benimsemesi de kolaylaştı. Buna göre 'Filistin Yönetimi' denilen muğlak oluşum zaten sorgulanır olan sağlamlığını iyice yontacak arızalı sınırlara sahip olacak. Bantustan'a (bir zamanlar ırkçı Güney Afrikası'da sadece siyahların yaşaması için oluşturulan bölgeler) dönecek.
Hem sol hem de Siyonist sağın 'güç bela hoş görülebilir' bir azınlık olarak görmezden geldiği İsrail'in Arap vatandaşları, taksim yoluyla etnik saflığa ulaşma çabasının imkânsızlığını ve faydasızlığını somutlaştırıyorlar. İsrail'de son yıllarda artan ırkçılık Arap vatandaşların 'demografik tehlikenin saatli bombası' haline gelmesine yol açtı ve sağ kesimin onlara karşı emsalsiz saldırılarının önünü açtı. Siyonist solsa bunlara az ya da hiç tepki göstermedi. Avigdor Lieberman'ın salı günkü seçimlerdeki endişe verici başarısını bu dalgayı doğal sonucuna kadar taşıyarak kazandı. Mümkün
olduğunca çok Arap'tan kurtulmak için sadece Batı Şeria ve Gazze'yi değil, İsrail'in has topraklarını bile bırakma yönündeki devrimci fikri Siyonist solun kafası karıştırıyor, sıkıntı veriyor. Yegane akılcı sonucuna kadar götürerek Siyonist fikrin saçmalığını ve ahlaken kabul edilemezliğini de ortaya seriyor. Zira en çok arzulanan amaç Yahudi devletine sahip olmaksa, o halde Yahudi olmayan vatandaşlardan kurtulmak buna ulaşmanın tek akılcı yoludur. Ayrıca herşey son derece sevecen biçimde vuku bulmakta; 'nakletme' lafları artık edilmezken, taksime dair 'sol' sloganlar benimseniyor. Her şey 'Sadakat Yoksa, Vatandaşlık da Yok' şeklindeki fesat slogan altında gerçekleşiyor.

Bişara'dan özür dilenmeli
Lieberman'ın rahatlıkla İsrail'in İşçi Partili kurucusu David Ben Gurion'un asıl varisi olduğunu iddia edebileceği olgusu tüm liberal İsrailliler için bir alarm zili olmalı. Aydın nitelikli herhangi bir İsrailli'nin aynaya bakmasının ve Lieberman'ın kendisine baktığını görmesinin zamanı geldi. İsrail'in hem Yahudi hem de demokratik olup olamayacağı sorusu üzerinde oyalanmaya son verme zamanı da geldi. Cevabı Lieberman verdi: Olamaz.
Proto-faşizmin gölgesi salınırken, etnik arılıkla savaşta ve demokrasi mücadelesinde Filistinli vatandaşlarla güç birleştirmenin zamanı. Huzursuzca kıpırdanmayı bırakmanın ve tek etniliğin liberal değerler için çerçeve olamayacağını kabul etmenin vakti geldi. 'Tüm vatandaşları için tek devlet' çağrısı yaptığı için İsrailli liberallerin 'Arap milliyetçisi' diye yaftaladığı milletvekili Azmi Bişara'dan özür dilemenin zamanıdır. Siyonizm'i yeniden düşünmenin zamanı geldi. (17 Şubat 2009)

Kaynak: Radikal