Uygarlığa doğru ilk adımlardan biridir, ilk insanın iki ayağı üzerine kalkıp durması. Demokrasi de bir bakıma öyledir. Ayakları üzerinde durabildiği anda gelişmesinin en önemli aşamasını başarıyla tamamlamış demektir.

Nerede bu aşamayı aşamamış bir demokrasi varsa, orada 'yönetemeyen demokrasi' vardır. Nerede yönetemeyen bir demokrasi varsa orada demokrasi ayakta durmakta zorlanır. Ayağa kalkınca da sık sık tökezler; yürüyemez. Yürüyemeyen koşamaz. Bu yüzden de koşanların çağını yakalayamaz. Çünkü, omurgası yeterince gelişmemiştir.

Bu omurganın sağlam omurlarından biri, suç oluşturmayan, suça özendirmeyen bütün görüşlerin ayrımsız dışa yansıtılmasıdır. Yani, 'özgülükçülük', 'açık görüşlülük' ilkelerinin yaşama geçirilmesidir.

Öbürü de bunların bireylerce korkusuzca karşılıklı tartılması, Türkçenin güzel deyişiyle 'tartışılması'dır.

1991'de Türk Ceza Yasasının (TCY), 141, 142, 163. maddeleri kaldırıldı.

Topluma paranoya bulaştıran virüslerdi bu maddeler.

Türkiye, bu umacılardan/öcülerden kurtuldu. Özgürlükçülük yolunda ileri bir adımdı, bu.

Bir de bakıldı ki, ortalık güllük gülistanlık.

Ne sınıfa dayalı dikta heveslileri ne de gericiler sanıldığı kadar güçlüler.

İlk sınavı başarıyla geçmişti demokrasi.

Ama daha önünde aşması gereken dikenli çalılıklar var.

TCY'nin 301. maddesi gibi.

Diyelim ki, bunları başardık.

Demokrasimiz ayakta durabilecek mi, yürüyebilecek mi, koşabilecek mi?

Görünen o ki, hayır.

Çünkü, sağlıklı tartışmayı başaramıyor Türkiye.

Sürgit çekişiyor.

Burada da kalmıyor.

Çekişme çoğu kez sövüşmeye, zaman zaman da dövüşmeye dönüşüyor.

Çünkü tartmanın, terazinin yerini yumruklar alıyor.

1990'lı yıllarda bir yüksek yargı organının Başkanı, kendi gibi düşünmeyen kimseler hakkında neler söylemedi ki! 'Sersem, beyin özürlü, madrabaz, ruh hastası, uşak, köpek, köşk değnekçisi, aptal, dönek, demokrasi mikrobu, vatan haini vb...'

Böyle bir yargıca güvenebilir misiniz? Ama o yargı görevini emekli oluncaya dek sürdürdü. Kendi mahkemesinden bile çıt çıkmadı.

Katılmadığı bir akımın, görüşün yandaşlarına kimi bilim adamları 'manyak, sapık, aymaz, fare, hain vb...'; kimi yazarlar, 'manyak, ırkçı, densiz, cibilliyetsiz, hasta, güve vb...' diyebilmişlerdir bu ülkede.

Aynı dönemde bir Bakanımız, bir Avrupa parlamentosunun bayan üyesine 'o...' diyebilmiştir. Bir başka Bakanımız, TÜSİAD'nin raporunu beğenmemiş, 'yatlarına binip, okyanusları aşıp dönüşlerinde ülke yönetmeye kalkan iş adamlarının oturdukları yerde oturmalarını, yatıp kalkıp babalarına dua etmelerini' öğütlemiş; öteki iki Bakan da kendilerinin iktisat okullarından daha iyi bildiklerini söyleyerek bilim adamlarına ve uzmanlara yasaklar getirmeye davranmış; bir başka Bakan da bir parti Başkanına 'yavşak' demişti. Bir üçüncüsü de soyadını yanlış bilen bir gazeteciye, TV'yi izleyen milyonların önünde, 'soyadımı bilmeyen başka şeyleri de bilmez' mantığıyla saldırmış, ötekisi de 'Sen kime hizmet ediyorsun? Şu televizyon kafana geçer' diyebilmiştir.

Peki kim kazanmıştır?

Hiç kimse.

Oysa insanız. Ellerimiz var, tutuşabiliriz. Dillerimiz var, konuşabiliriz. Kalemlerimiz var, yazışabiliriz. Bütün bu etkinlikler için en az iki kişi gerek. Çünkü insan, toplumsal bir yaratıktır. Doğal insan yasasıdır, bu. Ama bu yasanın gereğine uymuyoruz. Uysak, Türkiye'yi birbirini dinlemeyenlerin ülkesi olmaktan kurtarabilir; birbirimizi dinlesek, çekişmeden, dalaşmadan konuşabiliriz, tartışabiliriz.

Böylelikle de barışlar, görüşler üretir, toplumca hep birlikte gelişir, güzel gelecekler kurarız.

Böyle bir olanak nasıl kaçırılabilir ki?

Ama kaçırılıyor işte.

Çok yazık!

Yazıklanmadan kurtulmak istiyorsak, ikici (dia) toplum olalım. 'Söz büyüğün toplumu' olmaktan kurtulalım. 'Uçup giden söz/söylence', 'söylenenler' toplumu olmaktan kurtulalım. 'Kalıcı yazı ve söyleyip tartışan okur yazarlar toplumu' olalım.

Tartışanlar, imece bir çaba sergilerler. Tek kaygıları, doğruya/gerçeğe ulaşmaktır. Karşıdakini yenmek/mat etmek değil. Özünde hiçbir görüş/düşünce yenilemez ki. Hele görüşler yerine insanları çürütmeye kalkışmak, 'şu kafaya bak' gibi sözlerle düşünceleri kınamaya kalkışmak, insanlara yaraşmayan ilkelliklerdir.

Hiç kimse böyle ilkelliklerin sergilendiği bir toplumda yaşamak istemez elbette.

 
 
Kaynak: Star