İstanbul savcılarınca geçen yıl haziran ayında başlatılan "Ergenekon Terör Örgütü" soruşturması tamamlandı ve yaklaşık 2500 sayfa uzunluğundaki iddianame 14 Temmuz'da açıklandı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24 Temmuz'da iddianameyi kabul etmesiyle dava resmen açıldı; ilk duruşma 20 Ekim'de yapılacak. Şurası muhakkak ki, "Ergenekon terör örgütü" vakası bütün boyutlarıyla, ancak yazılması beklenen ek iddianameler ve yapılacağı umulan ek soruşturmalarla ortaya çıkacak. Ne var ki mevcut iddianame ile ortaya konulan bilgiler ışığında dahi, 1996'da bilincine vardığımız "derin devlet" olgusu ile Susurluk ve Ergenekon çeteleri arasındaki ilişkinin niteliğini ve iki çete arasındaki farklılıkları irdelemek mümkün görünüyor. Bu yazıda bu konulardaki gözlem ve düşüncelerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum.

Önce hatırlayalım: "Derin devlet" kavramı siyasi sözlüğümüze Kasım 1996'da meydana gelen "Susurluk kazası" ile girdi. Kazadan sonra ortaya dökülen bilgiler, devletin güvenlik ve istihbarat örgütlerinin, özellikle PKK'ya destek sağladığına inanılan kimselere yargısız infaz uygulamak için kanun kaçağı katillerden ve mafya mensuplarından oluşan bir çeteyi kullandığını ortaya koyuyordu. Zamanla söz konusu çetenin devleti kendi kirli çıkarları için kullandığı anlaşılmış ve "derin devlet" bu unsurlardan kurtulmaya karar vermişti. Bugün bir "kaza" olup olmadığından dahi kuşkulanılan kazadan sonra, çetenin bazı mensupları yakalandı, yargılandı ve 2001 yılında sonuçlanan davada çeşitli sanıklar "silahlı teşekkül oluşturmak" suçundan 4 - 6 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Ne var ki, çetenin devletin içindeki örgütleyicileri ya ortaya çıkmadı ya da hiç kovuşturulmadı.

"Derin devlet" 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle kurulan Milli Güvenlik Devleti'nin bir uygulamasıydı ("Milli Güvenlik Devleti" kavramı için bkz. 13 Mart 2007 tarihli yazım). Susurluk çetesi de gerçek anlamıyla bir "derin devlet" operasyonuydu; devlet tarafından, yukarıdan aşağıya örgütlenmişti. Susurluk çetesine gösterilen toplumsal tepki, zamanın başbakanı Necmettin Erbakan tarafından "fasa fiso" ve "gulu gulu dansı" olarak nitelendi ve sonunda Refahyol hükümetini hedef alarak 28 Şubat 1997 müdahalesine ortam hazırladı.

Ergenekon çetesi ise, Susurluk çetesine benzer bir "derin devlet" operasyonu olmaktan uzak. Susurluk çetesi ile Ergenekon çetesi arasında süreklilik sağlayan, ortak unsurlar var. Ne var ki Ergenekon çetesi hakkında ortaya çıkan bilgiler, bunun esas olarak ülkeyi kargaşaya sürükleyerek, asker ve sivillerden oluşan bir cuntanın devleti ele geçirmesine yönelik bir komplo olduğunu düşündürüyor. Ergenekon çetesi, Susurluk çetesinden ziyade, 9 Mart 1971'de devleti ele geçirmek için örgütlenen cunta girişimini andırıyor. 9 Mart cunta girişimi ile Ergenekon çetesi arasında süreklilik sağlayan ortak unsurlar, bunun yalnızca bir göstergesi.

Öte yandan Ergenekon çetesinin, 9 Mart cunta girişiminden farklı yönleri de var. 9 Mart cuntasının ciddi bir kitle mobilizasyonu yoktu. Oysa Ergenekon çetesinin, laiklikle ve bölünme ile ilgili kaygıların sömürülmesi üzerine inşa edilen, medyadan sivil toplum kuruluşlarına, siyasî partilere kadar uzanan, faşizan bir kitle seferberliği var. Anamuhalefet partisi lideri bile Ergenekon soruşturmasını "safsata" olarak nitelendiriyor, çetenin avukatlığına soyunuyor. Bu bakımdan Ergenekon çetesi, Türkiye'de demokrasi açısından Susurluk çetesinden çok daha tehlikeli.

Ne var ki Ergenekon çetesi, devletin güvenlik ve istihbarat örgütleri içine sızmış olsa da, Susurluk çetesinden farklı olarak onların desteğine sahip değil. Soruşturmanın, güvenlik ve istihbarat örgütlerinin desteğiyle yürütüldüğüne dair kuvvetli işaretler ortada. Bütün bu nedenlerle Sabah gazetesi 23 Ocak 2008'de "Devlet, derin devlete karşı" yerine "Derin devlet, Ergenekon çetesine karşı" başlığını atmış olsaydı, belki daha isabetli olurdu.

Elbette ki yanılıyor olabilirim, ama görebildiklerim bunlar.

 
Kaynak: Zaman