Arap Birliği ve Türkiye yaptırımları karşısında Suriye'nin takındığı tavır bölgede barışçıl çözümün gerçekleşmesini geciktirirken, kan gölüne dönen Suriye'de uluslararası toplumun baskısı da gün geçtikçe artırmaktadır.

BM Güvenlik Konseyindeki Çin ve Rusya vetosuyla karşılaşan Amerikan ve Batı yönetimlerinin bölge de tek müttefiki olan Türkiye'yi ön plana çıkarma gayretleri uluslararası basında dikkat çeken faktörler arasında yer almaktaydı. Zira batının Esed rejiminin düşürme planları Birleşmiş Milletler'e takılırken, Türkiye'nin de kendi iç dinamiklerinden de etkilenerek olası bir Jandarmalık yaptırtma isteğini Elçilik baskını sonrasında görmüştük. Öte yandan şiddet içerikli eylemler öncesinde, Türk dış politikasındaki Suriye algısını belirleyen temel strateji 'Sıfır Sorun' çerçevesinde sınırları ortadan kaldırmaktı. Sınırların yapay olan bu coğrafya da, Türkiye bu politika ile çok daha fazla yol kat ettiği söylenebilir. Değişen havzalar ve oluşan güçlere tepkisiz kalamayan Ankara için dinamik verileri harekete geçirmek öncesinde etkilerini göstermişti. Soğuk savaş sonrasında Türkiye'nin boğazına geçirilen ve tarihsel mekânlar arasında kalan görülmez duvarlar 'Vize' muafiyeti ile yıkıldı. Gövde ve baş kısmının birleştirilmesi adına yapılan dokusal ameliyatlar ile Türkiye'nin yakın çevresini tanıdığı söylenebilir. Suriye örneğinde geçmişte olduğu gibi üç adım elzem olarak izlendi. Bunların başında Türkiye-Suriye ile ilişkilerde ilk olarak Ticaret ile karşılıklı hacmin doyurulması oldu. Böylelikle, Trading State (ekonomik devlet) özelliğini sergileyebilen ülkelerde olduğu gibi sistematik düşünce gerçekleşti. Akabinde Türkiye'nin Soft Power'ı (yumuşak güç) olan Türk dizileri ve TRT Arapça ile fikirler ve kalpler birleştirildi. Diğer yandan mekik diplomasisi (shuttle diplomacy) ile tarihsel ön yargılar yıkıldı, halkların bir araya gelmesi (Halep-Antep örneğinde) sağlandı. Vücudun her kısmında kendine ayrı bir yer bulan Arap halkı ile mikro dokular bu vesilelerle birleştirildi, böylelikle kan dolaşımı Türkiye-Suriye düzeyinde gerçekleşti. Bu izlenen politikalar ile Davos sonrası tüm Ortadoğu'nun kendini Türkiye'nin bir parçası gibi hissetmesi sağlandı.

Lakin bugüne gelindiğinde, Arap Baharı ve küresel aktörlerin bölgedeki gizli gündem şüphesi ve Türk karar alıcılarının da mevcut durumdan kaynaklanan politik duruşları nedeniyle Suriye ile gelinen ilişkilerde tek taraflı olarak doldurulmak istenmektedir. Türk elçiliği baskını, bölgeden gelen Türk kafilesinin sıkıntıları ve Türkiye'nin son yaptırım paketi sonrasında, vücuttaki hücreler doku ile birleşme sağlayamamış gibi reaksiyon gösterirken, bedenin farklı uzuvları kangren olma noktasına geldi. Elbette bunda Türkiye'nin başta Esed'e verdiği uyarılar ve eleştirilerin reformist hareketlere sergilenmeyişi büyük etkenlerden birkaçı. Türk karar alıcılarının açısından bakıldığında Suriye politikasındaki hata unsuru, kardeş ülke olarak tanımlanan Suriye için elitist tabanda müzakere yönetilmesidir. Türkiye'nin azınlık diktası ile sorunları ilişkilendirme yanlışı Arap devrimlerin başlayışından bu yana gerçek anlamda halk tabanında yer edinememiştir. Buradaki temel unsur, Esed yönetiminin altındaki rejim yanlısı bataklığın, Türk karar alıcıları tarafından fark edilememiş olmasıdır.

Arap Birliği ve Suriye'de Kırılgan İktidarlar

Suriye rejimin ülkelere uyguladığı politikalar Esed'in zaman kazanmak adına sürecin dondurulmasından öte bir özellik sergileyemedi. Özellikle reform konusunda hiçbir adım atmayan Suriye yönetimi, Arap birliğinin ikinci baskısı altında dik duramadığı kesin. Arap Birliği'ndeki mevcut demokratik durumdan kaynaklanan sorunsal statüsü bir yana dursun, BM'de tekrar görüşülebilecek Suriye için öncesinde etkili yaptırımlardan birisidir. Diğer yandan Arap Birliği'nin Suriye tavrı Libya'dan çok daha farklı istikamette ilerlediği gibi Türkiye ile paralellik göstermekte. Özellikle Şam'ın üzerinden diplomatik misyon şeflerini geri çeken başta Amerika, Fransa bir yana Arap Birliği ve Türkiye'nin izolasyonist bir politika da buluşturduğu ekonomik, seyahat ve mali kararları Suriye'yi ciddi anlamda etkiliyor. Türkiye'nin Suriye'ye ekonomik ve seyahat kısıtlama gibi yaptırım kararlarını açıklarken diğer yandan çözümün müzakereler yoluyla sağlanacak bir geçiş süreci oluşturulması söylevini kaybetmemesi gerekmektedir.

Sonun başlangıcı olarak Suriye'de, Şam'ın diplomatik ve ekonomik yaptırım paketlerinde devletler olduğu gibi aktörlere de yer veriyor. Suriye dışarısından yürütülen Suriye Ulusal Konseyi (SUK) aynı zamanda Batı içinde test niteliği taşıyor. Zira, Afganistan ve sonrasında gerçekleşen NATO'nun Libya müdahalesinde siyasi konjonktür içerisinde toplulukları (aşiretler) anlayamayan ABD ve Batı dünyası aynı problem ile karşı karşıdır. Bu unsur demokratikleşme sürecinde ciddi bir birliktelik sağlayamazken, diğer yandan iç savaş yaşayan ülkelerde temel sorun halini almıştır. Bu eksende Suriye Ulusal Konseyi'nin (SUK) ayrışmış görüntüsü Batı'nın dikkatinden kaçmıyor. Konsey altındaki direniş olarak nitelendirilen küçük yapılanmalarda farklılık Esed yönetimine karşı değil, kendi aralarında farklı bir boyut kazanıyor. Hür Suriye, Özgür Halk Milisleri/Ordusu gibi yapılanmalar Suriye'nin geleceği için ciddi sıkıntı kaynağı oluşturuyor. Öte yandan, Arap Birliği'nin uygulamaya koyduğu politikalarla bu ayrışmayı Arap halkları nezlinde bir arada tutmasını sağlarken Türkiye'yi de uluslararası arena da yalnız değilsin mesajını veriyor. Son periyotta, Rusya'nın Savaş Gemisinin Akdeniz'e indirmesi ve Çin karşısında şaşkına dönen Batı'ya alternatif çözüm yolu, Türkiye olarak görülürken Arap Birliği'nin askı kararı ve gözlemci gönderme ısrarı, sorunun bir nemze olsun geniş perspektiften bakılmasına tekrar imkân sağlıyor. Libya sınavından olduğu gibi geç kalan Çin ve Rusya'nın tavrı Suriye'de kilit rol üstlenirken Arap Birliği ile yakalanan bu fırsat iyi değerlendirilmeli. Suriye sonrasında garantiler verilebilen Rusya ve Çin'in, Suriye tutumunun yumuşayacağı açıktır. Ayrıca Arap Birliği başta olmak üzere, Körfez ülkeleri (özellikle son zamanlardaki Katar'ın çıkışı) ile başlayabilecek ekonomik ambargo, ABD ve Avrupa'nın Suriye politikalarında bir adım öne çıkarılmasına neden olacaktır. Diğer bir neden ise başında sıkça dile getirilen kozmik yapıdaki Suriye diktası. Suriye rejimi azınlıkların iktidarı görüntüsünden son kırk beş yılda kurtulamazken içinde bulunduğu koalisyonist yapıyı korumayı başarmıştır. Süre gelen çatışmalarda ne kadar Suriye kendi rejimsel reflekslerinden gösterdiği yapıyı çattırtamadıysa da azınlık iktidarının içine bulunan Lazkiye, Baniyas'ın içinde yerleşmiş olan güçlü yapı (Türkiye'de Anadolu Aleviliğinden farklı olarak Hatay, Mersin, Adana'da) Arap Alevileri olarak adlandırılan Nusayrilerdir. Bu grup Suriye'de %10 yakın bir kısmı oluşturmasına rağmen rejimin dinamosu görevindedir. Suriye'nin köşe başlarındaki istihbaratçı, yönetici, ordu içindeki askerler kökeni Lazkiye'deki Esed ailesine yakınlığı bu iki unsurun iç içe girmesine imkân sağlamıştır. Özellikle bu grup içerisindeki farklı fraksiyonlar ile Suriye'de bulunan İhvan-İslam arasında ciddi bir sürtüşmenin olduğunu 1982 Hama katliamı sonrasında görmüştük. Toplumdan ayrık ve imtiyazlı konuma gelen Nusayriler, Suriye'de Esed'in belkemiği ve kırılma noktasıdır. Bu gruplar arasındaki çatışmalar sebebiyle Suriye'deki bu ayaklanmanın an itibariyle iç savaşa dönüştüğünü söylemek doğru olur. Bu savaş ve olası müdahale sonrasında Nusayrilerin yanı sıra diğer etkili gruplar kuşkusuz Dürziler, Maruniler ve Hristiyanlardır. Zira muhtemel gerçekleşmesi beklenen senaryo da Hristiyanların da tıpkı Maruniler ve Dürzi nüfus gibi ayrılmayacağını söylemek hata olabilir. Hristiyanlar Esed'a desteklerinin yanı sıra Suriye'de olası değişen senaryoları da dikkate almaktadır. Bu senaryolar içerisinde Hristiyanların, İslami grupların iktidarı ele geçirmesi durumunda kendilerinin dini faaliyetlerinin olmayacağı şüphesi yatıyor. Zira Suriye Anayasasına göre Suriye Devlet Başkanlığının Müslüman olması şartı gerekmektedir. Tüm bu unsurlar arasında hassas dengede oturan Suriye rejimin yıkılması zaman alacağa benziyor. Ancak son günlerde Esed'in Humus'taki muhalefete 72 saatlik bir ültimatom vermesi ve kimyasal silah tehditi Suriye'deki Esed rejiminin yıkılmasına direk etkisi olacaktır.

Erdoğan'ın Uyanışı

Arap Baharı ile güncellenmeye ihtiyaç duyulan pro-aktif politika'nın yeni stratejisi Suriye'nin dağılmadan, mezhepsel-etnik parçalanmasına yol açmadan, en barışçıl şekilde adım adım demokratikleşmesine dönüktür. Bu strateji Türkiye açısından mezhepsel dengeleri ortadan tutarken İran'ın da bölge de savunma gücünü artıracaktır. Bölgede bu denklemde rejim tutumunun bir diğer ironisi ise, İran ve İsrail'in ortak çıkarıdır. Dağılan Suriye'de Şii jeopolitiğinde bir sonraki adımın İran olmayacağını kim bilebilir. Bu kuşak üzerinde Türkiye'nin bir önceki tutumunu tekrarlamamakta fayda var. Zira Türkiye'nin aynı yanlış tutumunu Lübnan'da Hariri ile başlayan gösterilerde, Hizbullah'a Suriye üzerinden Şiiler ile gidilip, sonrasında İran-Şii jeopolitiğindeki yakınlaşmasında görmüştük. Öte yandan bölgede, Muhalif grupların 'demokratikleşme' adı altında yaptıkları Suriye mitingleri ve istişareleri, sınır bölgesindeki Suriye halkının Türk çadır kentlerinde kalması, Suriye'de bulunan Esed yönetiminin dikkati çektiği gibi Türkiye üzerinden birtakım dinamikleri de oynatabilmektedir. Özellikle son aylarda sınır bölgesindeki Türkiye'nin PKK'lı teröristlerine karşı uyguladığı operasyonlar karşısında sessiz kalmayan Esed yönetimi devlet kanallarında tüm bunları Türkiye'de öldürülen muhalifler olarak adlandırırken, Haseki ve Afrin'de PKK unsurlarına yer vermesi Türkiye-Suriye ilişkilerinin gittikçe kötüye gideceğine kanıt oluşturmaktadır. Bu bölgelerde yapılaşmaya doğru giden etnik kökenli Suriye vatandaşlarının bir diğer tutumu ise, olası bölünme de kendilerine bir farklı platform da zemin hazırlamaktır. Bölgede mezhep-etnik yapılanmalar üzerinden değişen denklemler karşısında Amerika'nın hali hazırda uygulamaya koyabildiği net bir politika gözükmemekte. Bu nokta da içeri de terör belası ile boğuşan Türkiye'ye ABD desteği hayati özellik taşıyor. Son ABD ziyaretinde konuşulan Predatör konusunda beklenen cevaplar gelirken, Biden ziyareti sonrasında Türkiye'nin terör ile mücadelesi ve verilen destek önemli yer edinmektedir. Biden ziyareti Irak işgali öncesinde Cheney'nin Türkiye'yi ziyaret etmesiyle ayrı bir tezahür oluşturmaktadır. Bu anlamda J.Biden'in Suriye'ye askeri müdahale konusunda pazarlık için gelme ihtimali konjonktür anlamında düşük bir ihtimal dahilinde yer alıyor. Askeri müdahale gibi ciddi bir adım yerine hali hazırda işbirliğinin devamı anlamında yapılan bu ziyaretin düşünülmesi daha anlamlı olabilir. Diğer yandan, Bölge de her defasında etkin bir şekilde tekrarlanan terör karşısında Kuzey Irak-Suriye sınırı boyunca güvenliğini korumak isteyen Türkiye'ye verilecek bu destek, Uluslararası kamuoyunun ve ABD'nin Suriye'deki açmazına kilit oluşturabilir.