Şubat ayının kaderi galiba. Yine mevsim bahara doğru hızla akarken Ankara'da siyasî hava bozuyor. Ülkenin ateşi bir anda yükseldi. 10 yıl önce 'yüksek tansiyon' 28 Şubat'ı doğurdu. Yanlış anlaşılmasın, bugün ara rejim özlemcilerinin sesi gür çıksa da, gidiş oraya değil. Demokratik süreçten geriye dönüş yok. Özgürlüklerden herkes yararlanacak. 10 yıl sonra 28 Şubat yanlışının tekrarlanacağını sanmam.

İlginçtir; 2008'in Şubat'ı da epey soğuk geçiyor. Felaket tellalları yine sahnede. Meclis'in olağan bir yasama faaliyetine, üniversitelerde başörtüsü yasağını ortadan kaldıran düzenlemeye yüklenen anlama bakın. İnanılır gibi değil. Küçük bir grubun korkuları kışkırtılıyor. Olağan sayılabilecek 'itiraz ve karşı çıkışı' isyana, sokak hareketlerine dönüştürmek için ateşe benzinle gidenler var. Bu bir anayasa suçu değil mi? 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik' başka nasıl olabilir?

Sanki başı kapalılar başka ülkenin çocukları. Bir grubun yayın organları türban avına çıkmış durumda. Üniversite bahçeleri kolaçan ediliyor. Fotoğrafta, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün protokolünde görülen türbanlı bir kadın daire içine alınıyor. Başı örtmek suçmuş gibi. Bu, Türkiye'ye yakışan bir manzara değil. Bu ülkede hiçbir zaman başı açıklarla kapalılar arasında bir sorun yaşanmadı. Üniversitede, sokakta, aynı binada hatta aynı evde bir arada kardeşçe yaşadı, bugüne kadar bir sıkıntı çıkmadı.

Şubat ayının bahtsızlığı; şu an çok tehlikeli bir oyun oynanıyor. Tartışma değil bu, normal siyasî mücadele hiç değil, çıkar ve iktidar savaşları toplumun en hassas olduğu alanda adeta sinir uçlarının üzerinde yürütülüyor. Başı açık ile başı kapalıyı birbirine düşürecek tavır ve davranışlardan herkes kaçınmalı. Başörtüsü de bu ülkenin gerçeği, başı açık gezen de... Bazı çevreler gemi azıya aldı.

28 Şubat benzeri provokasyonlar başladı. Gazete sayfalarına düştü, İstanbul'da büyük bir alışveriş merkezinde, orta yerde herkesin şaşkın bakışları arasında bir vatandaş namaza durmuş. Önce eşi, sonra kendisi kılmış namazı. Sonra da ortadan kaybolmuş. Adı sanı bilinmiyor. Fotoğraf ve görüntüleri var. Bu kadar ucuz ve basit provokasyona da pes doğrusu. Zamanlamaya bakın... Medyanın türban avına çıktığı, en küçük malzeme bulmak için seferberlik ilan ettiği ortamda... Başörtüsü düzenlemesinin tansiyonu yükselttiği bir dönemde... Herkesin provokasyon beklediği bir sırada. Amacı belli... Bir ibadetin ifası değil, ortalığı karıştırmak. Bekleniyordu; ama bu kadarı da fazla. İnsanın aklıyla alay eder gibi. Provokasyon olduğu biline biline, medyanın bir bölümü mal bulmuş mağribi gibi sarıldı.

Diğer provokasyon Mersin'den... Tarsus'ta kız öğrencilerin bacaklarına şırınga ile sıvı madde püskürtülmüş. Etekleri kısa diye yapmışlar bunu. Haberdeki imza, namazda olduğu gibi Doğan Haber Ajansı'na ait... Bu da başörtüsü tartışmasının bir parçası olarak sunuluyor. Belli ki birileri, yine gerilime malzeme taşıyor.

28 Şubat'ın baş aktörü Süleyman Demirel de çıktı sahneye. Deneyim sahibi duayen bir siyasetçi olarak konuşuyor. Şu cümleler İsmet İnönü'nün değil, Süleyman Demirel'in ağzından... "Gelip bana soruyorlar; ne oluyoruz? İran mı oluyoruz? Nereye gidiyoruz? Böyle teker teker değişiklik yaparak bir gün İran mı olacağız? Endişe budur. Millette bir karşı devrim endişesi vardır. Bir karşı devrim korkusu vardır."

İnanmakta zorlandığınızı biliyorum; ama gerçek bu. Bilindiği gibi 'karşı devrim' ideolojik radikal solun kavramıdır. Ve Adnan Menderes dönemiyle başlayan sağ partilerin devr-i iktidarları 'karşı devrim' olarak nitelenir. Demirel, başörtüsü özgürlüğüne 'karşı devrim' diyor. Bir zamanlar muarızlarının 'karşı devrim'in mimarı olmakla suçladıkları Demirel'in geldiği nokta burası.

Neylersin, şubat ayının kaderi; yine soğuk geçiyor.
 
Kaynak: Zaman