Alperenler Ocağı üyesi olduğu söylenen yüz küsur manipülenin Topkapı Sarayı'nda gerçekleşen ve bir içki firmasının sponsorluğunu yaptığı klasik müzik konserini basmak istemeleri basınımızda farklı açılardan tartışılıyor.
Olayın kendisi zaten çok çirkin ama basınımızda yayınlanan bazı yazıların ortaya çıkardığı manzara kanımca çirkin olayın kendisinden de çok daha vahim.
Türkiye çok renkli bir tarihin mirasçısı ve bu çok renkli tarihin mirasçısı olmak bugün bazen keyif bazen de hüzün veriyor.
Farklılıklarımızı barışçı ve en önemlisi evrensel referansları olmayan yasaklar inşa etmeden yaşayabildiğimiz sürece keyif muhteşem.
Ancak, bu farklılıkların birlikteliği evrensel referansları olmayan yasaklar ürettiği ölçüde bu çok keyifli olmaya uygun ortam bir anda herkes için bir kabusa dönüşebiliyor.
Bu yazımın merkezine de yasakçılık kavramını ve bu kavrama yatkınlığı yerleştirmek istiyorum.
Yasaklar yaşamın kaçınılmaz bir parçası ama önemli olan bu yasakların evrensel bir mantığının ve meşruiyetinin olması; birileri bize göre, kültürümüze, tarihimize, coğrafyamıza göre yasaklar üretmeye başladığı an işler çatallaşıyor.
Türkiye'nin geleneksel devlet yapısı, soğuk savaş ortamının da beslemesiyle çok yasakçı bir toplum düzeni üretmiştir.
İfade özgürlüğü konusunda, toplanma ve gösteri yürüyüşleri konusunda, günümüzün sıcak konularından türban meselesinde yasakçılık hep bu devletçi-laikçi-yasakçı geleneğin ürünleridirler ve AB sürecinde çok büyük bölümü utanç verici bu YASAKLARDAN arınıyoruz, arınmak istiyoruz.
Ancak, geleneksel devletçi-laikçi yönetim demokrasinin gücüyle biraz geriler gibi durdukça bu yapıyı ikame etmeye yönelik ve eskinin yasakçılık geleneğinden çok çekmiş, büyük zararlar görmüş kültürün, hareketin içinden de başka türlü yasakçılık eğilimleri çıkmaya başlamıştır.
Doğrudur, kuşkusuz doğrudur, türban yasağı utanç verici bir yasaktır, neresinden bakarsanız bakın anlaşılabilir bir yanı yoktur ama bu çok çirkin yasaktan mağdur olan kesimlerin de her fırsatta toplumun gündemine başka yasaklarla çıkmasının kabul edilebilir bir yanı da yoktur.
Doğrudur, bir yaşam tarzı başka bir yaşam tarzından daha saygın, daha doğru olamaz ama bir yaşam tarzı başka bir tarz üzerine yasak getirmeye başladığı andan itibaren belki de bir saygınlık sıralaması yapmak gündeme gelebilir.
Türban yasağını getirenler aslında en büyük zararı kendi yaşam tarzlarına verdiler zira bu tarzın yasaksız kendini yeniden üretemeyeceğini örtük olarak kabul etmiş oldular.
Bugün de evrensel sınırlar dışında, mesela direksiyon başı ya da ibadethaneler, alkollü içecek yasaklarını getirenler ve savunanlar en büyük zararı kendi inanç dünyalarına vermektedirler zira günümüzde kim ki evrensel referanslar dışında yasak kapsamını genişletmek ister o kişi büyük bir meşruiyet krizinin içine düşer.
Türban yasağı, bu yasağı getirenler için utanç vericidir ama Büyükşehir Belediyesi kamusal tesislerinde, Topkapı Sarayı'nda içki yasağını önerenler de, bu önerileri savunanlar da eşit ölçüde perişanlık sergilemektedirler.
Allah islah etsin.
Bu tabiri çok sevmiyorum ama siyasal islamcılarla kemalistler özünde ne kadar da birbirlerine benziyorlar değil mi?
Evrensel referansı olmayan yasaklar, yasakçılık zihniyeti zavallılıktır.
Kaynak: Zaman