Daha iddialı ve cesur bir yol yerine, daha dengeli ve daha sağlamcı bir güzergâh belirlendi. Siyaseti, bir de siyasetçinin kişisel dünyasında olup bitenlerle anlamak lâzım. Şayet ezânın, cefânın, emeğin karşılığı, çabaların bir ödülü ve onurlandırma diyorsak, cumhurbaşkanlığı Erdoğan'ın hakkıydı. Yumruk atarken yumruk da yiyorsunuz; en ön safta olmak, en fazla darbeye maruz kalmak demek.
Strateji, orduyu komutansız bırakmak üzerine kurulunca, siyasetin savaş olmadığını hatırlatmak ve gerilimi azaltmak size düşüyor. Bunun için feragatta bulunmanız gerekiyor. Bütün dikkatleri üzerinize çekiyor, bütün saldırılara göğüs geriyorsunuz. O esnada, asıl birliği saklıyor ve kale kapısından içeri sokuyorsunuz. Çankaya Savaşı'nı kazanıyorsunuz. İzleyenlere, stratejik zekânın ve kıvraklığın hakkını teslim etmek düşüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimini bir savaş olarak görenlerin çıkartacağı sonuç bu olmalı.

Türkiye, kriz potansiyeli yüksek bir seçimi, kontrollü bir gerginlikle aşmış görünüyor. Memleketimiz için hayırlı olsun. Tayyip Erdoğan müstağni davranarak, kişisel hesap peşinde olmadığı mesajını vermiş oldu. Tek başına karizmayı pekiştirecek bir duruş. Kendisinden sonra en güçlü ismi Çankaya'ya göndermesi ise bir özgüven işareti olarak yorumlanacak. Özellikle dışarıya karşı ülkeyi temsil görevi olan Cumhurbaşkanlığı'na, dört yıl dışişleri bakanlığı yapmış bir politikacının çıkması, bu makamı daha işlevsel hale getirecek. Gül, Sezer'den sonra farkını hemen fark ettirme şansına sahip. En önemlisi uyum: Abdullah Gül'ün kulislere dedikodu malzemesi olacak çapta bile bir uyumsuzluğa izin vermeyeceği aşikâr. Üstelik hükümetle sivil-asker bürokrasi arasında çıkabilecek pürüzleri de diplomatik esneklikle çözebilecek. Siyasetin farklı yüzleri var. Siyasetin bir türü olan diplomasi, çözüme endeksli düşünmeyi telkin eder. Abdullah Gül'ün politikanın bu türünde tecrübesi müsellem. Cumhurbaşkanlığı seçiminin kritik değerini hatırlayalım. Türkiye'de devlet iktidarı, Anayasa'da yer alan kuvvetler ayrılığı prensibinin dışında fiili denge ve fren mekanizmaları ile bürokrasi ve siyasetçiler arasında paylaşılıyordu. Cumhurbaşkanlığı makamı devlet iktidarı içinde asker-sivil bürokrasinin ağırlığını temsil ediyordu. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması bu ağırlığın azalması anlamına gelecek. Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı, sıkletinden daha fazla ağırlık çeken bir cumhurbaşkanlığı demekti. Çünkü karizmasını da oraya taşıyacaktı. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı, daha çok bu makamın denge-fren niteliğini kaybetmesi olacak. Abdullah Gül, müstakbel AK Parti iktidarlarında, dış politikada Sezer'e göre daha fazla ağırlık sahibi, ama asıl görevi hükümet icraatlarını kolaylaştırmak ve devlet içindeki uyumu arttırmak olan bir cumhurbaşkanı olarak temayüz edecek.

Cumhurbaşkanlığı makamı korunaklı bir makam. Şayet bu makama AK Parti'nin ikinci ismi yerine vasat bir isim çıkartılmış olsaydı; öküzün altında buzağı arayanların aradıklarını bulmaları pek gecikmeyecekti. İddialı bir isim aynı zamanda uyumlu bir teşrik-i mesai vaadi demek. AK Parti'nin bu tercihten kazançlı çıkıp çıkamayacağı, bu uyumun sürdürülmesine bağlı. AK Parti seçmen karşısında sahip olduğu en önemli kozunu, yani Çankaya mazeretini kaybetti. Pozitif adımlar atma konusunda daha fazla baskı altında olacak. AK Parti'nin "Cumhurbaşkanı kim olacak?" sorusu etrafında yaklaşık bir yıldır tansiyonu azalıp yükselen; ama gündemden hiç çıkmayan krizi başarılı yönettiği anlaşıldı. Bu kadar başarılı kriz yönetimi, şartları kendi lehine değerlendirme konusunda da hata yapmaz. Türkiye daha yeni cumhurbaşkanına kavuşmadan erken genel seçim havasına girebilir. Tayyip Erdoğan'ın sırtından ağır bir yük kalktı. Artık asıl işine, yani siyasete bütün mesaisini verebilir. Siyaset ise gündemdeki haliyle genel seçim demek. Temmuz ayına tarihlenmiş bir erken genel seçim kimseyi şaşırtmamalı.

 
Kaynak: Zaman Gazetesi