Her ne kadar AK Parti hakkında açılan parti kapatma davası 367 tartışmasına benzetilse de bu seferki durumun bir hayli farklı olduğu ortada. Şekil olarak bazı benzerlikler kurulabilir 367 meselesiyle.

Yine bir cuma gecesi bir bildiri yayımlanmış ve bu hamle, Anayasa Mahkemesi'nin vereceği kararı etkilemişti. En azından kamuoyu, Anayasa Mahkemesi'nin kararından üç gün önce yapılan Genelkurmay açıklamasının böyle bir etki oluşturduğunu düşünmüştü. Ve maalesef Anayasa Mahkemesi aldığı kararla ciddi bir siyasî krize neden olmuş; aynı zamanda yargıya duyulan güvene gölge düşürmüştü. Çünkü alınan karar halkın vicdanını tatmin etmemiş; dolayısıyla adalet ve hakkaniyet duygusunu zaafa uğratmıştı. Sokaktaki insan en basit ve kestirme yoldan şunu soruyordu: Daha önce dört cumhurbaşkanının seçiminde aranmayan bir şart şimdi niçin talep ediliyor? Keyfî bir muamele yapıldığını düşünen ve kararın hukukî değil, siyasî olduğuna inanan kitleler, sandığa gider gitmez yanlış gördüğü davranışı cezalandırdı. İlk defa da alınmamıştı bu tavır.

Kamu vicdanına uymuyor

AK Parti ile ilgili açılan kapatma davasına bir de bu gözle bakmak gerekiyor. Ortaya konulan tepkilere bakar mısınız? Daha bir adım öne çıkıp da "bu doğru bir karardır" diyen gür bir sadâ; daha açıkçası kamu vicdanında olumlu yankılamalar yapacak bir davudî ses duyulmadı. CHP saflarından yükselen utangaç bir iki cümleyi bir kenara bırakın; daha doğru-dürüst mahkeme talebini destekleyen makul ve makbul bir söyleme de rastlanmadı.

Manzara şudur: Yurtiçinde ve dışında herkes parti kapatma davasının yanlış olduğunda, bu durumun Türkiye'nin itibarını sarstığında, siyasete doğrudan müdahale yapıldığında müttefik. Halk da böyle düşünüyor. O yüzden sık sık 27 Nisan bildirisiyle, e-muhtıradan sonra Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararla paralellikler kuruluyor. Çünkü 367 tartışmasında ciddi bir 367 safı vardı. Onlar diyordu ki; "Anayasa'yı doğru okuyun; çünkü cumhurbaşkanı seçebilmek için zikredilen 367 rakamı karar yeter sayısı değil, toplantı yeter sayısıdır. Yani ilk oylamalar geçersizdir; çünkü 367 toplantı yeter rakamına ulaşılamamıştır." Teamüle uygun değildi bu tez; ancak yine de ciddi taraftar toplayabildi. Bir şekilde buna inanmış ya da inanmış gibi gözüken insanlar vardı en azından. Onlar televizyonlara çıkıyor "hiçbir cumhurbaşkanı seçiminde aranmayan bir şart"ın gerekliliğini savunuyordu. Halk tatmin de olmadı; memnun da kalmadı bu zoraki yorumlardan. Kamu vicdanını yaralayan bir adaletsizliğin, toplum düzenini bozacak bir eşitsizliğin söz konusu olduğuna inanıyordu insanlar.

Şimdi durum daha farklı. Halk, Türkiye'nin bir parti mezarlığına dönüştüğünü ve parti kapatmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu biliyor. Kapatılan her partinin başka bir damar bularak yepyeni ve daha güçlü gelişini, sadece siyaset bilimciler değil, herkesin düşünmesi gerekiyor. Halkın genel hissiyatını iyi anlamak şart! Kapatılan her parti ile aslında kendisinin cezalandırıldığına inanıyor vatandaş. Düşünün AK Parti, 16 milyondan fazla oy almış ve son seçim sonuçları göstermiş ki; neredeyse "her iki insandan biri bu siyasî partiye rey vermiş". Bunu kapatmak, 16 milyon insanı ve onların oy kullanamayan yakınlarını bizzat cezalandırmaktır. Böyle bir durum adalet mekanizmasına duyulan saygı ve güveni sarsmaz mı? "Sarsarsa sarssın" denemez. Çünkü adalet mekanizması siyasetler üstü bir yapıdır ve sosyal barışın olmazsa olmaz unsurudur. O yüzden yargının kendini tartışılır hale getirmesi de o tartışmanın çok değişik vesilelerle sürüp gitmesi de sakıncalıdır, yanlıştır.

Bize özgü bürokratik demokrasi!

Mesele sadece AK Parti meselesi de değildir. Halihazırda DTP için de kapatma istemi gündemdedir. Parti kapatma davalarının sonu yok. Yarın bir başka parti için de benzer bir talepte bulunulabilir. Bu nedenle en doğru tespiti MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptı ve suçun şahsîliğine dikkat çekerek parti kapatmanın yanlış sonuçlar doğurduğunu söyledi ki son derece doğru bir tespittir. Keyfî ve siyasî gözüken her hamle sadece demokrasimizi tüketmiyor; aynı zamanda adalet duygusunu köreltiyor.

Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde herkesin belli bir oranda kusuru olabilir. Hataları sıralayıp suçluluk psikolojisi oluşturmak kaosu artırır ve müspet bir analiz yapılmasına engel olur. Acı gerçek şudur: Bugünkü manzara Türkiye'ye yakışmıyor. Neredeyse Türk halkının yarısından oy almış bir parti, kapatılmak isteniyor. Daha önceki antidemokratik engelleme gayretlerine halkın nasıl tepki verdiğini cümle âlem biliyor. Buna aldırmadan yapılan zoraki yorumlarla yeni bir hava oluşturulamaz. Türk kamuoyu da tatmin olmuyor gerekçelerden, dünya kamuoyu da. Daha açıkçası, durduk yerde dünyaya rezil oluyoruz. Ve maalesef öyle bir görüntü veriliyor ki; bu ülkede aslında demokrasi yok. Daha doğrusu imaj şu: "Bürokrasinin istediği kadar ve müsaade ettiği ölçüde demokrasi var bu ülkede". Bu manzara Türkiye'mize yakışmıyor.

Basının da büyük vebali var bugünkü vahim manzarada. Yalan-yanlış haberler; hatta maksatlı bilgilerin bile iddianameye girmesi üzerine medyamızın oturup kara kara düşünmesi gerekiyor. Alelacele yazılmış haberler, yeterince araştırılmamış bilgiler, muhataplarına sorularak derinleştirilememiş ayrıntılar ve daha bilmem hangi gazetecilik ilkelerinin ihmaliyle ortaya çıkan hatalar... Ya bazı gazeteler yaptıkları işin bir arşiv özelliği taşıdığını bilmiyor veya başka bir maksat uğruna gözü bir şey görmüyor. Ben meslektaşlarımın siyasî düşüncelerini bir kenara iterek doğru bilgi, doğru analiz peşinde koştuğuna inanmak isterim. En iyimser yorumla şunu belirtmek zorundayım ki; Türkiye'nin bütün olağanüstü zaman dilimlerinde medyanın yanlış bilgilendirme vebali bulunuyor. Bugün de durum budur ve medya açısından üzücü ayrıntılar söz konusudur. Oysa şartlar değişmiştir. 60'li, 70'li, 80'li yıllarda bir habere ulaşmak, onu çapraz kontrollerden geçirmek ve muhatabınıza doğru bilgiyi iletmek daha zordu. Bugün ise durum bambaşka. Yanlış bir bilgi anında düzeltiliyor; çünkü hem habere ulaşmak daha kolay hem de haber kaynakları çok daha çeşitli ve zengin bir mecraya dönüşmüş durumda. Meslek sorumluluğu daha soğukkanlı olmayı, ortaya atılan bir iddianın tamamını araştırmayı şart koşuyor gazetecilere. Bu gerçeği umursamayanları zor günler bekliyor; çünkü teknoloji ve iletişim nedeniyle yalan habercilik çok daha zor hale gelecek.

Kriz çıkaran, altında kalır...

Türkiye, çetin ve meşakkatli bir dönemden daha geçiyor. Eminim bunu da atlatacak, bu zorlukları da yenecek. Demokrasiden başka bir çıkış yolu olmadığı da aşikâr. Buna rağmen Türkiye'nin kaybı büyük. Bu kadar yüksek bir oyla gelmiş, AB yolunda hiçbir siyasî oluşumun atamadığı adımları atmış bir partinin kapatılması isteniyor. "Devletin kurumları arasında kavga var" şeklinde anlaşılan tuhaf bir manzara sunuluyor, adalet mekanizması hakkında yurtiçinde ve yurtdışında yapılan eleştiriler bu yüzden çok güçlü bir rüzgâr oluşturuyor. Bu şartlarda kim geleceğine yatırım yapar bu ülkenin? Zaten zor bir sene yaşayan dünya ekonomisinin devasa dalgaları üzerinde Türkiye nasıl keyfine göre sörf yapabilir? Bu ülkenin siyasî istikrarsızlığa sürüklenmesinin bedelini herkes çok ağır öder. Bunu bilmeyen var mı?

Şimdi tam sağduyu zamanı. İdeolojik saplantılardan arınmak, öfke ve bencillikten sıyrılmak ve Türkiye'nin geleceğini düşünmek zorunda herkes. Siyasette halkın ödüllendirildiğini ancak halk cezalandırır. Bunun örnekleri çoktur. Bu nedenle herkesin daha soğukkanlı davranması, ülkeye zarar verecek maceralardan kaçınması şart! Anayasa Mahkemesi çok ağır bir sınavdan daha yeni geçti. Toplumdaki adalet duygusunun sarsılmasına bizzat şahit oldu. Acı tecrübeler kurumun hafızasında hâlâ sımsıcak. Öyle umuyorum ki hem adalet mekanizması, hem siyaset daha makul bir çerçeve bulacak kendine. Bazen böyle oluyor; sular bulanmadan durulmuyor maalesef. Bulanmanın derin bir girdaba dönüşmesini, herkesi içine çekmesini önlemek lazım; zira bu saatten sonra yaşanacak bir kriz ya da kaos, tarih boyunca affedilmeyecek bir vebalin taşınması anlamına geliyor. Verilen demeçler, atılan manşetler, kaleme alınan yazılar çözümün yollarını açmalı; kavganın derinleşmesine sebep olmamalı. Ne yazık ki acı olaylardan yeterince ders çıkar(a)mayan bir toplumuz. Aklıselim devreye girmeli, bugünkü nahoş manzara yeni bir fırsata dönüşmeli. Adalete duyulan güven de tazelenmeli, siyasete duyulan itimat da. Çünkü bu ülkenin adil yargıya da ihtiyacı var, çok sesli ve özgür siyasete de.

 

Kaynak: Zaman