Ne kadar da "ileri" gittik ama. Öyle bir aşamaya vardık ki bir adım geri gitmemiz mümkün değil. İnsanlığı klonlayamadığı için insanı klonlamaya yönelen bir aşamadayız. Robotun maliyet ve öneminin insanı aştığı yerdeyiz. İnsan dendiğinde, "Hangi insan?" sorusunun sinsice, içten sorulduğu dünyada silahların erişemediği bir nokta kalmadı. Elinde silahı olanın öldürme hakkını kendinde bulduğu, diğerlerinin bunu kabul etme dışında seçeneği akledemediği merhalede arınma nereden, nasıl başlayabilir?
Acımasızlığın algı üzerine baskı oluşturup başka yolu imkansız kılması, reel politik olarak şartsız kabul olarak ortaya çıktı. Bu aşamadan sonra söz konusu kabulün dışında ortaya çıkacak bütün önerilerin romantik, hayal ürünü, gerçek dışı v.b. yaftalarla mahkum edilmesi kolaylaşmaktadır.
Küresel irade dünya ekilen – biçilen bir tarlaya çevirerek, feodal ilişkileri postmodern süreçte yeni versiyon olarak imal ederken, daha kapsamlı bir ayıklama, düzenleme ve yok ediş örneklerini rafine sunumlara dönüştürüyor.
Önce problemin üretilmesini sağlıyor, bu konuda virüs üretme ve geliştirme süreci estetik ve hissedilmez biçimde yürüyor. Ardından hastalığın ortaya çıktığı ülke / bölge izlemeye alınıyor; kulağa hoş gelen, barış vurgusu, demeçlerle duyulan rahatsızlık dillendiriliyor.
Üçüncü aşamada taraflardan uygun görülen, silahla beslenme ile, birbirini azaltma konumuna geçiriliyor. Dördüncü aşama beklentinin dillendirildiği, medya yoluyla kıvama getirilen safhada "Ne olur gel!" sesleri ortaya çıkıyor. Sonuçta çağrıldığı için gelip savaşı durduran "iyilik perisi" her türlü düzenleme hakkını kendinde görüyor ve bu konuda yaşanan sürecin oluşturduğu utanç itirazı akla dahi getiremiyor.
Fiziki akışın dışında, algı denetim ve yönlendirmesi geleceğe yönelik daha büyük bir işlev üstleniyor. Her aşamada gücünü yükseltenle, kendine güvenini yitirenin ilişkisinde, asıl yok etme işlemi dünyanın ötesine, umutlara kadar uzanıyor. Zihinsel biçimleme küresel dünyanın kendini rahat hissetmesi bahsinde daha büyük önem taşıyor.
Arap Baharı adıyla yapay ayaklanmanın ikinci aşamasında olup – biten umudun parçalanması, İslami camianın kendinden şüpheye düşürülmesi planlaması olarak tebarüz etmiyor mu?
Hesap edilmeyen Adeviyye ışığının zihinsel ve kalbi bereketiydi. O ışığın ortaya çıkardığı, kutsalın yeri geldiğinde hemen yiyebilen Batının saklı çehresi olmuştur.
Yerli 28 Şubat atlatıp Küresel versiyonuna ulaştık. Bu yeni sürecin daha uzun olacağı aşikar. Tıpkı yerli versiyonda olduğu gibi, "Evet demokrasi demiştik, ama şimdi vazgeçiyoruz, sandık demiştik onu da kaldırdık, insan hakları dendiğinde kast edilen siz değilsiniz" deme merhalesine gelinmiştir. Cuntayı halk iradesine tercih etmek, diktatöre kredi açmak, arkasında yer aldığını belirtmek bunun bariz ifadesi değil mi?
İslam alemi maliyeti büyük bu aşamayı anlamadan gelir, yeni hal ve tavır geliştirmezse, egemenler acıyı daha büyük acıyla unutturmaya devam edecekler.
Füze rampaları, savunma amaçlı silahlar, silahların masum hale getirilmesi amacına matuftur. Silahlar üretildiği anda etkisini göstermeye başlar. Siyasetin, paylaşımın, aşikar ve gizli mücadelenin ana argümanının silah olduğunu kabul etmezsek kendimizi kandırmış oluruz.
Vicdanı korkutan, adaleti dağların ardına iten, hukuku namluya ram eden bizzat silahın varlığıdır. Öfkeyi kabartan, kanı kışkırtan şeytani gücün silahlarla ortak hareket etmesinde saklı. Bütün silahlar saldırı rüyasıyla üretilir. Silahları yenecek yeni bir silaha ihtiyaç var. O da sadece Müslümanlara verilmiştir. Verili olan "keşfedildiğinde" önce umut özgürleşecektir.