Cumhuriyet Başsavcısı'nın DTP'ye kapatma davası açması esaslı bir "siyasi tartışma" konusu.
Açılan dava bir yönüyle Kürt sorununun çözümüne yönelik siyasi imkânların budanmasını ifade ediyor. Daha doğrusu "Yasaklama politikaları" ile "yasaklanma arayışı" arasına sıkışmış, "siyaset eliyle daraltılan siyasi bir sahanın niteliği"ne gönderme yapıyor…
Diğer taraftan siyasi partiler ve basının davayla ilgili tutumu Türkiye'nin parti kapatma girişimlerinde düne oranla mesafe aldığını, demokrasi-siyaset ilişkisinin önemini içselleştirdiğini de ortaya koyuyor…
Nitekim günlerdir DTP'nin politikalarını eleştiren, taşıdığı siyasi sorumluluğu vurgulayan, PKK'yla ilişkilerini sorgulayan yazarlar adeta tek ses halinde bu "yanlış"ın altını çizdiler.
Bu konuda DTP'ye yönelik sert bir tutum içinde olan siyasi iktidar dahi en üst düzeyde, Başbakan ve Adalet Bakanı'nın açıklamalarıyla "kapatmanın ve dokunulmazlık kaldırılması"nın "anti-demokratik" olduğunu vurguladı…
Türkiye bu anlamda da önemli bir demokrasi sınavından geçiyor. Ve kapatma davasının DTP'ye karşı bir linç girişimine yol açmaması, siyasi ve toplumsal destek bulmaması sevindirici…
Ancak içinde bulunduğumuz noktada tek sorun "siyaset alanının korunması" değil, aynı zamanda bu alanın "tanımlanması"dır. Daha doğrusu, siyaset alanının başka unsurların taşıyıcısı ve aracı haline gelmesinin engellenmesidir…
Ne demek, siyaset alanının başka unsurların taşıyıcı ve aracı haline gelmesi?
Örneğin bir siyasi partinin, temel olarak uzak durduğu "ilke, mekanizma ve kurumlar"ı kendi konumu ve politikalarını meşrulaştırmak için kullanması, parlamentoyu bu anlamda bir çatışma alanı olarak görmesi, siyaseti araçsallaştırarak, siyasete olan inancı tüketerek yol alması demektir…
DTP, bu durumun iki şekilde temsilcisi haline gelmiştir.
1. Faaliyetleri ve politikalarıyla "Siyasi olarak temsil edilmeyen talepler kendilerini şiddet yoluyla ifade ederler" formülünü anlamsız hale getirmektedir. Tersine siyaset ile şiddetin iç içe girmesini, en azından "şiddet yapıları"nın o halleriyle siyaseten temsil edilmeleri ve taraf olmalarını simgelemektedir…
Bu şekilde hem siyasetin yapısını bozmakta, hem siyasete duyulan güveni örseleyerek şiddet ve otoriter ruh halini dolaylı olarak beslemektedir.
2. DTP'in bu çerçevede izlediği yol, "siyaset ve demokratik ilkeler" açısından tehlikeli bir "paradoks"u ifade etmektedir. Nitekim DTP ve ona bağlı Kürt politikası adeta yasaklanmayı ve sistemin vereceği tepkiden beslenmeyi bir hedef haline getirmekte, bu çerçevede faydacı ve "realpolitik esaslı bir tutum"u "ilke" olarak tanımlamaya soyunmaktadır…
Kapatma davası tüm bunları rafa kaldırtmamalıdır…
Tersine belki de bunları tartışmanın tam zamanıdır…
İki nedenle:
DTP, kapatılmayı hedefleyen bir politika izlemiştir. Böylece hem kendisini tartışmaya kapamış, hem denklemi tekrar sadece (zalim)devlet- (mağdur) Kürtlük ya da Kürtler çatışması üzerine kurmuştur.
Bu gerçek ya da kurgu ciddi bir şekilde tartışılmalıdır…
DTP bu yolla, demokratları, liberalleri, solcuları planladığı bir tepki sisteminin parçası olmaya iterek, aslında düşünmekten ve kendisini ifade etmekten alıkoymaktadır. "Tersten yönlendirmeye dayalı, sadece devlet karşıtı olduğu siyaseten doğrucu, insanların yerine kavramların düşündüğü bir ezberle dönemine geri dönüşü, araçlaşma"yı ifade etmektedir…
Bu da tartışılmalıdır…
Demokrasi demokratlar gerektirir…
Kapatılma girişiminin sesi tartışmanın sesini bastırırsa, suskunluğa itilenler, özellikle DTP içindeki, Kürt hareketindeki demokratlar olacaktır…
Belki de bu yüzden tam da şimdi DTP'yi tartışma zamanıdır…
Mağduriyet oyunu ile bu oyunun parçası olmak hem kolay hem tehlikelidir…
Mesele tuzağa düşmeden, yasaklara ve yasakçılığa karşı durarak tavır almayı bilmektir…
Kaynak: Yeni Şafak