İnsanın şeytanla olan ilişkisi hakkında doğru dürüst bilgilere sahip olmadıkça, insanın kendini tanıması da kolay değildir. Bu yazıda bu çerçevede insan-beden-şeytan ilişkisi üzerinde durmaya çalışacağız. Hemen belirtmek gerekir ki, bir yönüyle şeytan bizim davranışlarımızın sembolik ifadesidir. Muhakkak ki şahsiyet sahibi, 'şeytan' adını verdiğimiz bir varlık var, ama aynı zamanda onun değişik türevleri de var.
"Şeytan" şeytan olmadan önce "Cann" idi, Adem'e isimlerin öğretilmesinden sonra ona secde etmeyi reddedince "İblis" oldu, Allah'a karşı çıkmakla da "şeytan" sıfatını aldı. Cann, dumansız ateşten yaratılmış ve kendisine üstün görevler verilmiş cin idi, bu cin, Allah'tan ümidini kestiği için iblis, Allah'ın rahmetinden kovulup uzağa düşürüldüğü için şeytan oldu. Peygamber Efendimizin(s.) ifade ettiği gibi "damarlarınızda akan kanda mündemiçtir"; yani o kadar bizimle iç içe içkin bir vaziyette bulunur. Şeytan elbette müminleri doğru yoldan saptırmak ister. Tabii bunu doğrudan doğruya kendi sesiyle kulağına fısıldamaz, emretmez; fakat vesvese verir, çeşitli şekillerde yaklaşır; 'üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından..'(7/A'raf, 17) yaklaşır. Bunların her biri ayrı bir semboldür. Mesela 'sağ'; şeytan bir şeyi sevap formuna sokarak, dostane yaklaşır. Veya 'sol'; onun kinini, öfkesini, husumetini körükleyerek düşmanca yaklaşır. Kısaca çeşitli yollardan yaklaşır.
Bu konuda düşündürücü bir ayet daha var: "Onlar insanlar arasında fahşânın yayılmasını arzularlar."(24/Nur, 19) Fahşâyı yayıyorlar; sistemli, bilinçli ve amaçlı bir şekilde. Peki, bunu niçin yapıyorlar? İki sebebi var:
1) Bu onların zaten kültürü; dünyaya/kendilerine bakışları bu.
2) Mü'minlere karşı entelektüel veya ahlaki, hatta politik düzeyde yeterince mücadele edemediklerini düşündüklerinde onları ahlaki bakımdan zaafa düşürmek için bunu bir silah olarak kullanırlar.
Mesela televizyon dizilerinde eşcinselliği sevimli ve masum gösterici bir-iki sahnenin eklenmesi şartıyla bazı kuruluşlar söz konusu diziyi finanse etme vaadinde bulunuyor. Sadece bu da değil. Sistemli bir biçimde geleneğimizde/kültürümüzde hiç olmayan, olması da bugüne kadar düşünülmemiş şeyler dizilere konu ediliyor. Mesela, Yabancı Damat'ta Müslüman bir Antepli kız bir Yunanlı erkeğe aşık olur. Ve tabii arada bir din engeli var, Dizide öne çıkarılan bir aşk hikayesidir, ama aradaki din farkı bir engel olarak empoze ediliyor ve tabii din engelinin ne kadar saçma olduğu vurgulanıyor. İki kişi birbirini sevmişse bütün meselelerin çözüldüğü telkin edilir. Yine aynı dizide damat tarafının uzaktan bir akrabası eşcinseldir. Anteb'e gelir ama 'dünya şekeri bir adam' olarak sunulur; bütün dizinin amacı budur zaten. Başka bir diziye bakalım. Mesela Aşka Sürgün; Midyat-İstanbul arasında geçer. Orada da -ki asla Midyat'ta, Mardin'de yüzyıllarca böyle bir vakıa yaşanmış değil, işitilmiş değil; ne bir Müslüman bunu düşünür ne de bir Süryani- Midyat'ta Müslüman bir kız Süryani bir erkeğe aşık olur ve bir trajediyle sonuçlanır. Burada da engel yine dindir. İşte bu iki dizinin ve benzer dizilerin finanse edilmesinin amacı budur; bu bir komplo değil gerçektir.
Şimdi, konuyu genelleyerek şeytani vesveseyi Hz. Adem'den itibaren almak icap ederse; Kur'an-ı Kerim'de o ilk günah olayı var: Allah Hz. Adem'i ve Havva'yı yarattı, cennete yerleştirdi ve onlara dedi ki: 'Burada istediğiniz gibi yiyin, için, gezip dolaşın, sizin için bir engel yok ancak şu ağaca yaklaşmayın.' Bizim bazı alimlerimize göre, o "ağaç" yapılmaması gereken bir şeyi temsil eder. Fakat onlar yapılmaması gereken işi yapar yapmaz -ki onların yapmazdan önceki kıyafetleri takva elbisesiydi, çünkü onlar Allah'ın sözünü dinliyorlardı, Allah'tan sakınıyorlardı, korkuyorlardı ve öyle yaşıyorlardı- yani o ilk günahla birlikte bu takva elbisesini bilinçli bir şekilde üstlerinden çıkardılar ve o zaman çıplaklıklarının/kusurlarının farkına vardılar ve son derece refleksif bir hareketle ellerine ne geçirdilerse üzerlerini, avret yerlerini örttüler.
Buna insanın bir tür trajedisi diyebiliriz. Yani bir yandan bunu yapar öbür yandan da pişman olur, onun azabını çeker. Hatta denir ki, zina edenlerin hemen hemen hepsi, yaptıkları o kötü işten sonra -eğer ruhları nasırlaşmamışsa- fıtri bir pişmanlık duyarlar. Ve eğer dini kültürlerinde böyle bir şey varsa bir an evvel yıkanmak isterler, o manevi kirden arınmak/temizlenmek için...