Gilad Atzmon

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun BM'deki konuşması, İsrail'in zihniyetini, ruhunu ve mantığını ortaya koymuştur. Yediveren ve karizmatik bir lider, Netanyahu, yaptığı konuşmada soykırım işleme temâyülünü ortalığa saçtı; İsrail'in üstünlüğüne ışık tuttu fakat Yahudi ulusal anlatısının merkezindeki titrek ve savunmasız noktaları yakalamamıza da imkan verdi. Netanyahu'nun konuşması, hem Siyonist Shoa'nın (soykırımın) hem de "vaadedilmiş topraklar" anlatısının çökmenin eşiğinde olduğunu âşikar etmiştir. Velhasıl "itibarsız" İran Cumhurbaşkanı başarmış gibi görünüyor.

Bizim soykırımımıza (Shoa) karışıp bulaşmıyor musun!

İsrailliler soykırıma bayılırlar zira Shoa en çok satan Hasbara (propaganda) ürünüdür. Ayrım gütmeden bir şekilde toplu katliam düzenlemelerine imkan tanır ve bu esnada masumları oynarlar.

Netanyahu şöyle dedi: "Berlin'in Wannsee adındaki banliyösünde bir villaya gittim. 20 Ocak 1942'de, üst düzey Nazi yetkilileri mükellef bir öğünden sonra biraraya geldiler ve Yahudi halkını nasıl imha edeceklerini kararlaştırdılar

Başbakan Netanyahu, eğer "imha planlarıyla" gerçekten ilgiliyseniz, Wannsee'ye, Berlin'e yolculuk yapmanıza gerek yok. Yapmanız gereken tek şey İsrail ordusunun (IDF) Tel Aviv'deki merkez karargâhına gitmektir. Komutanlarınız IDF'nin Filistinliler için hazırladığı "çözümlerde" size rehberlik edeceklerdir. En nihayetinde, Filistinlileri tel örgülerle çeviren sizin ordunuzdur, sivil nüfusu yetersiz gıda ve ilaca mahkum eden ablukayı siz uyguluyorsunuz. Gezegende nüfusu en yoğun bir bölgenin üzerine kitle imha silahlarını boşaltan sizin ordunuz. Nazi Nihâi Çözümü (Dia Endlösung) tarihçiler tarafından halen tartışılıyorken, hakikatte ne anlama geldiği hususunda tarihçiler mutabık değillerken, söz konusu olan İsrail'in câni çözümü olduğunda, işte onu hepimiz gördük.

Gelgelelim Başbakan Netanyahu'yu Siyonist Holokost anlatısını savunmak için koşuştururken görmek eğlenceli oluyor. Wannsee konferansı protokolünü BM Genel Kuruluna sunarken Netanyahu'yu izlemek, İsrail Başbakanı'nın Shoa'ya itibar pompalanması gerektiğine inandığı izlenimini uyandırıyor. Shoa ilk kez savunmada. "Bir milyon Yahudi'nin öldürüldüğü Auschwitz-Birkenau planlarının fotokopisi, buyurun. Bu da mı yalan?" diye soruyor İsrail Başbakanı.

 Başbakan Netanyahu, tek bir hümanistin bile kesin sayının ne olduğuyla ilgilenmediğini söyleyebilir miyim size: Auschwitz'de ister bir milyon isterse dört milyon Yahudi öldürülmüş olsun, o kampın korkunç bir yer olduğuna kimsenin şüphesi yok. Ne ki iki soru ilk ve son kez cevaplanmalı: Savaş sırasında acı çeken Yahudiler, Auschwtiz'den kurtulduktan sadece üç yıl sonra Filistinlilere karşı (1948 Nakba) ırkçı müthiş bir cürüme nasıl oldu da bulaştılar? Yahudi acısına karşı hassas İsrail liderliği, milyonlarca Filistinli'ye çektirdiği acıyı boşvermeyi nasıl beceriyor?

Üstünlük ve ötesi

Ulusal bir hareket olarak Siyonizm, diğer ulus ve halk hareketlerine saygı duymaz. Görünene göre Netanyahu İran halkına ve İran rejimine saygı duymuyor. "Her nerede becerebilirlerse, kadınların, azınlıkların ve eşcinsellerin yahut gerçek mümin addedilmeyen herkesin vahşice tahakküm altına alındığı geri, güdümlü bir toplum dayatırlar" diyor. Netanyahu, Yahudi kanunlarının bu meselelerde İslam'dan çok da farklı olmadığını biliyor olmalıdır. Eşcinsellerin sadece bir ay önce ülkesinde sokakta öldürüldüğünü de hatırlamalıdır. Azınlıklarla ilgili olarak, Netanyahu'nun İran'ı barbarlık ve Orta Çağ ile bir tutması pek de eğlenceli. Azınlıklar söz konusu olduğunda, Yahudi devleti gezegendeki en karanlık mahaldir. Netanyahu'nun vaadedilmiş topraklarında nüfusun yarısı sırf Yahudi olmada acze düştükleri için demokratik oyuna katılamazlar halbuki.

Netanyahu'ya göre İsrail, Batı modernitesi'nin ete kemeği bürünmüş halidir: "Biz (batılılar) genetik kodu kıracağız. Devâsı olmayan şeyin devâsını bulacağız. Ömrümüzü uzatacağız. Fosil yakıtlara ucuz alternatif bulacak ve gezegeni temizleyeceğiz. Ülkem İsrail'in bu ilerlemelerde ön safta olmasından dolayı gurur duyuyorum."


İsrail'in bilimsel veya teknolojik kazanımları karşısında zerre kadar eziklik duymadığımı kabul etmeliyim. İsrail'in insanlığı veya gezegeni kurtarmaya teşebbüs ettiğinin delillerini de hiç görmedim. Tek gördüğüm tam aksi şeyler. Şayet Netanyahu bilimsel ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyorsa, İran'ın nükleer projesinden hoşlananların ilki olmalıdır. Bildiğimiz kadarıyla durum böyle değil. Bazı nedenlerden dolayı, hiç değilse bölge çapında, nükleer enerjinin ve nükleer silahların yalnızca Yahudilerin mülkiyetinde olması gerektiğini düşünüyor.

Netanyahu "en ilkel fanatizm en ölümcül silahlara sahip olursa, tarihin yürüyüşü bir müddet tersine çevrilebilecektir" diye savunuyor. Haklı olabilir belki de fakat söylediği şeylerin başka bir ülke, devlet veya toplumdan daha ziyâde, en çok da İsrail için geçerli olduğunu ifade etmeli ona. Şimdilik, kitle imha silahlarını mahsur kalmış bir sivil nüfus üzerine boşaltırken yakalanan Yahudi devletidir (...) Bu yeterli değilmiş gibi bir de Amerika ve İngiltere, Siyonistlerin liderliğindeki neoconların ve bağışçıların tertiplediği gayri meşru savaşlara giriştiler. Bu savaş şimdiye kadar bir milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu.

Ancak Netanyahu ile bir hususta mutabıkım: "Dünyanın yüzyüze kaldığı en büyük tehdit, dini fanatizmin ve kitle imha silahlarının evliliğidir."
Hakikat, Yahudi devleti ve Siyonizm kaynaklı tehlikeyi hiç kimse bundan daha iyi tanımlayamazdı. Aslında İsrail, Eski Ahit'in soykırımcı barbarlığı, Siyonist fanatizm ile hâlihazırda kullanılan kimyasal, biyolojik ve nükleer devasa kitle imha silahları cephaneliği arasındaki evliliktir.

 Şabbat Goyim

Dünyadaki diğer Siyonist operasyonlarda olduğu gibi, Netanyahu, Yahudi savaşlarını Goyim'in (Yahudi olmayanların) vermesi gerektiğine inanmaktadır: "Her şeyden önce, uluslararası câmia terörist İran rejimini, tüm dünya barışını tehlikeye atarak atom silahları geliştirmekten men edecek mi?"
Başbakan Netanyahu'nun burada hatalı olduğunu vurgulamak isterim. Şayet BM dünyaya ve bölgeye barışı getirmek istiyorsa, nükleer projesini hatta askeri nükleer kapasitesini geliştirmesi için İran'a yardımcı olmalıdır. İngilizce Konuşan İmparatorluğun, Irak'ta, Pakistan ve Afganistan'da icra edildiği üzere, ölümcül genişlemeci emellerini dizginleyecek tek şey bu görünüyor. Komşuları pahasına kendi semptomlarını göklere çıkaran Siyonistleri de durduracaktır bu.

Amerika ve İngiltere ordularının başarılı bir şekilde İsrail uşağı bir kuvvete dönüşmelerinin ardından Netanyahu aynı rolü BM'in de takip etmesini ve icra etmesini umuyor gibi. "Hamas" diyor "Gazze'den yakındaki İsrail şehirlerine binlerce füze, hava topu ve roket fırlattı. Yıllar yılı bu füzeler kasıtlı olarak sivillerimizin üzerine fırlatılırken, bu mücrim saldırıları kınayan tek bir BM kararı geçmedi." Birileri İsrail Başbakanı'na Hamas ve İsrail arasındaki ihtilafın uluslararası kavga olmadığını zira Filistin'in egemen devlet olmadığını ve Gazze'nin İsrail'in yönettiği bir temerküz kampı olduğunu hatırlatsa iyi olur. Başka bir ifadeyle, tatbik imkanı ortadadır. BM yalnızca İsrail'in, İsrail liderlerinin ve İsrail ordusunun savaş suçlarını ve insanlığa karşı işledikleri suçları ele almalıdır. Zulme uğrayan hakkında herhangi bir hükümde bulunmak BM'e düşmez.

Kitle katliamı fantezileri

Netanyahu'nun ideolojik akıl hocalarını ve ölümcül ilhamının özünü zikretmesi çok da uzun sürmez: "Naziler II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere şehirlerini roket saldırısına mâruz bıraktıklarında... gerçekte müttefik kuvvetler Alman şehirlerini dümdüz ettiler, yüzbinlerce kişi kurban gitti... Bu eğilip bükülmüş standartlarla, BM İnsan Hakları Konseyi Roosevelt ve Churchill'i savaş suçlusu olarak sanık sandalyesini oturturdu. Gerçek nasıl da saptırılıyor. Adalet nasıl da saptırılıyor. BM delegeleri, bu saçmalığı kabul edecek misiniz?"

Netanyahu neredeyse haklı. II. Dünya Savaşını zikrederken İsrail'in, Roosevelt ve Churchill'in yürüttüğü kitle katliamı taktiklerini uyguladığını kesinlikle kabul ediyor. Fakat iş, kirli politika yerine ahlak ve adalet'e kaldığında, Roosevelt ve Churchill'in en ağır savaş suçlarıyla suçlanabileceğini kesinlikle fark etmiyor. Yeterince sarsıcıdır, Netanyahu İsrail'in faaliyetlerini geniş ölçekli halı bombardımanıyla bir tutarken en bâriz yasal tuzağa düşmektedir. Bunu görmede zaafa düşenler! Kırmızı alarm veren bir âfettir bu. Netanyahu'nun gerçeklik algılamasında, ülkelerin üzerine nükleer bomba atmak, şehirleri dümdüz etmek, haklı kılınabilir bir harekettir. Roosevelt ve Churchill, Netanyahu'ya mânevi yetkiyi verenler olarak görünüyor. Aklı başında her insan için İsrail'in uygarlığımızı enkaza çevirmeye muktedir soykırımcı bir varlık olduğunu göstermeye yeten beyanlardır bunlar.
Uyarı alarmıdır bu: Sadece Filistinliler ve İranlılar değil. Hakikat, hepimiz [tehlikedeyiz].

Barış yapıcı Bibi

İsrail Başbakanı Yahudi merkezci mantrasını ifade etmeye artık hazır: "Bayanlar ve baylar, İsrail'in tek istediği barıştır." İstatistiklere baktığımızda ise öğreniyoruz ki İsrailli Yahudilerin yüzde 94'ü, kapı komşularının halı bombardımanına tâbi tutulmasını onaylıyor. Barış lafazanlığı ile öldürücü gerçeklik arasındaki çelişkiyi görmemek imkansız.

"Filistinlilerin 62 yıldan beri reddettikleri şeyi artık yapmalarını istiyoruz. Yahudi devletine "evet" deyin" diyor. Bir kez daha Netanyahu ile mutabıkım. Filistinliler bir Yahudi devletine EVET diyebilirler fakat Filistin'dekine veya Ortadoğu'dakine değil. Eğer Obama, Brown, Merkel veya başka bir aldatılmış lider halen ırk yönelimli bir "ulusal Yahudi anavatanının" geçerliliğini veya gerekliliğini onaylamada ısrar ediyorsa, buyursun böyle bir proje için kendi ülkesinden toprak tahsis etsin. Filistinliler kutsal topraklarda veya Ortadoğu'da bir Yahudi devletine HAYIR demeliler. Filistinliler kendi topraklarında bir Yahudi devletinin varlığına asla razı gelmemeliler. Esasen BM de bu çizgiyi takip etmeli ve bu şerli ırk ayrımcısı rejimi parçalamak için elinden geleni yapmalıdır.

Hazarlı Birliği

Netanyahu'nun konuşması, bir yere kadar da Yahudilerin kendilerine saklamaya eğilimli oldukları derin endişeyi ifade etmektedir. En nihayetinde, İsrailliler ve bilhassa da Aşkenazi İsraillileri bilmektedirler ki Filistin, atalarının toprağı değildir. Eğer İsrailli Aşkenazi Yahudileri, buna Netanyahu dâhildir, köklerini bulmak istiyorlarsa, bu işe başlanacak yer Hazar'dır. Ne ki Netanyahu tarihi gerçekleri etkisiz kılmaya çalışıyor. Netanyahu tam bir itminanla "Yahudi halkı, İsrail topraklarının yabancı işgalcileri değillerdir. Atalarımızın toprağıdır bu... Bu toprağın yabancıları değiliz. Anavatanımız bu" diyor.

Başbakan Netanyahu, basit ve anlaşılır kılayım. Yalnızca toprağa değil, mümkün ve muhtemel herhangi bir insanlık fikrine de yabancısınız. Esasen Ayrım Duvarı ki "Yahudilere münhasır demokrasinizle" birlikte o da kaçınılmaz olarak ortadan kaybolup gidecek, ahlak'a, evrenselciliğe ve insanların kardeşliğine yabancı Yahudi ulusal kimliğinin dudak uçuklatan tarihi anıtı olarak hizmet edecektir gelecek nesillere. Yahudi devletinin Yahudi halkı adına insanlığa karşı işlediği suçlar, kısa bir sürede tarih kitaplarından silinip gitmeyecektir. Tam tersi, iflah olmaz üstünlükçülüğün yol açtığı patolojik kendini sevmenin bu hiç bitmeyen menkıbesinde bir diğer mitolojik fasıl olarak yerini alacaktır.

İsrail Başbakanı konuşmasını noktalarken "güvenliğimiz olmalı" diyor. Onu hayal kırıklığına uğratacağım. İsrail hiçbir zaman güvende olmayacak. Günahkâr doğdu ve mevcudiyeti herhangi bir ahlak ve insani varoluş fikrini geçip gitmektedir. Yahudi devleti "dönüşü olmayan noktayı" geçti. Yok olup gitmeye mahkum. Bu gerçekleşirken, Yahudi'nin insanlığa asimile edilmesi ve insanlıkla bütünleşmesi sürecinin kolları sıvamasını ümit edebiliriz ancak. En nihayetinde, Yahudi Ulusçuluğu, hem sol hem sağ hem de merkez, Yahudileri ayrı tutmak için vardı. 20.Yüzyıl tarihi bize öğretmektedir ki bir kimsenin kendisini ayrı tutma / ırk ayrımcılığı eğilimi, insanlık için kötüdür ve Yahudiler için de tahripkârdır.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın