11 Şubat 2008 tarihinde, saat 20.30 civarında Türkiye'den gelen gazeteci arkadaşım Adem Özköse ile birlikte Puran Rezevi Şeriati Hanım'ın evine gidecek kafileye katılıyorum. Yıllardır tanımaya çalıştığım, fakat türlü nedenlerle ulaşamadığım bir isim, Puran Rezevi Şeriati. Zaman zaman ortak tanıdıklara kendisiyle ya da kızı sosyolog Susen Şeriati ile görüşme talebimi iletmiş olsam da, gazeteci ve yazarlarla görüşme konusunda isteksiz oldukları izlenimini edindiğim için, ısrarlı davranmaktan kaçınmışımdır. Tasarladığım görüşmeyi geniş zamana itelemenin, Puran Hanım'ın ne zaman istersem görüşme imkanını bulabileceğim kadar yakınımda yaşadığını düşünmemin de payı var.
Tecriş Meydanına yakın bir cadde üzerinde bulunan evin bize kapıyı açan yetmiş yaşlarındaki sahibesi, iki gün önce oğlu İhsan Şeriati'nin Paris'te Heidegger üzerine verdiği bir konferanstan dönmenin yorgunluğunu taşıyor üzerinde. Yine de evine ayak bastığımız andan itibaren geleneksel İran konukseverliğini yansıtan hizmetleri şahsen yerine getirmekten geri durmuyor.
Şeriati ile Tahran'a taşındıkları sırada paylaştığı ev değil bu. Şeriati'nin kendini bir çıkmazda hissettiği anlarda yürüyüş yapmak için dışarı attığı, Lale Oteli yakınlarında, Fatımi caddesi üzerindeki o ev, halihazırda müzeye çevrilmiş bulunuyor.
Zeki bakışlı, yaşına karşılık çevikliğini koruyan bir kadın Puran Hanım. "Konferanslarının kaydedildiği kasetlerdeki sesinin tonu" üzerine dahi tez hazırlanan karizmatik bir adamın gölgesinde kalan eşi gibi görünmüyor hiç. Giden adamın hayatının bilinmeyenlerine dair sorulara muhatap olmanın, geriye kalan ömründe ortak çocuklarını yetiştirme çabasıyla birlikte o adamın sürdürdüğü hayat, onunla sürdürdüğü hayat üzerine açıklamalar yapma misyonunu yüklenmenin kaygısını taşımaya devam ettiği söylenebilir; bu konuda bir kitap yazmış olduğu halde. Açık ki siyasetten soğumuş. Sıklıkla siyasi bağlamdaki yorumlarının röportajda yer almaması için ricada bulunuyor, bu nedenle yazımda yer vermeyeceğim yaptığı siyasal yorumlara.
Ali Şeriati Tahran'ın gündelik hayatı içinde kuzeyden güneye uzayan geniş Şeriati Caddesi ve bu caddenin Mir Damad Bulvarı'na yakın bir noktasında yer alan görkemli kültür merkezi Hüseyiniye İrşad'la birlikte hatırlanıyor. İsminin öyle bir büyüsü var ki, pratikte onun görüşleri ve ya da eserlerinin ortada bulunmasından pek de hoşlanmayan kimi muhafazakarlar bile, konu açıldığında bu isme ve hayatına saygı duyduklarını dile getirirler. Ünlü düşünürden hiç hoşlanmayan bir camianın oylarıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Ahmedinejat bile yeri geldiğinde, gençlik yıllarında Şeriati'nin fikirlerinden ne kadar etkilendiğini söylemekten geri durmaz. Geniş bir kesim açısından ise Şeriati, gerek siyaset gerekse de din alanında farklı ufuklara işaret eden bir özgürlük savaşçısı, sadık bir yol arkadaşı gibi algılanmaktadır. "Gördüğünüz tabloyu İran'ın güney şehirlerinden genç bir kız yolladı; Destful'dan", diyor Puran Hanım, bir hat çalışmasını işaret ederek. "Bu tür sayısız tablo ulaşıyor elime; hepsini de duvarlara asamıyorum. İran'ın her köşesinden insanlar duygularını ifade eden tablolar gönderiyorlar, bu şekilde. Doğum gününde çiçek buketleri gönderiyorlar. Hiç bir yerde onunla ilgili resmi bağlamda özel bir program yapılmadığı halde gençlerin sevgisini sürekli hissediyorum çevremde. Türkiye'den de bu şehre gelenler bir şekilde bana ulaşıyorlar, halimi hatırımı sormak için."
Türkiye, Fransa dönüşlerinde eşi Ali ile boydan boya kat ettiği bir ülke; İstanbul rüya gibi hatırlanan mavi-yeşil bir şehir. Boğaz. Vapurlar. Haydarpaşa garı. "Erzurum civarında bir yerde çay istemiştim, semaver getirmişlerdi." Sonu sınırdaki tutuklamayla, arabada bulunan kitaplarla ilgili soruşturmaları da kapsayan günler sürecek huzursuz bekleyişlerle noktalanacak olan bir yolculuktur bu. Genç Puran, Ali ile çıktığı hayat yolculuğunun hiç kolay olmadığının bilincindedir.
Puran, aslen Horasanlı olmakla birlikte Tahran'da yaşayan tüccar bir ailenin, Şeriati'nin aile çevresinde yetişen genç kızlara göre daha "modern", daha "serbest düşünceli ve bağımsız" yetiştirilmiş kızıdır. Fakat görünüşte benzer olduğu akranlarından farklı olarak, siyasetle ilgili bir ailenin kızıdır da. Erkek kardeşlerinden biri 1941'de Sovyetler'in Azerbaycan'ı işgali sırasında İran'ı savunurken cephede ölmüştür. Bir kardeşi ise, 1953'te ABD Başkan yardımcısı Nixon'un İran gezisi sırasında düzenlenen bir protesto gösterisinde, askerlerin açtığı ateşle hayatını yitiren üç öğrenciden biridir.
Dolayısıyla Puran, siyasetle yakından ilgili bir genç kızdır ve zaten, Meşhed'de edebiyat fatkültesinde öğrenciyken, protest tavrıyla Şeriati'nin dikkatini çekmiştir.
Şeriati, ailesi pek de onaylamadığı halde Puran adıyla tanınan Bibi-Fatıma ile Şeriati, 1958 yılında Meşhed'te evlenir. Puran'ın hatıralarında yazdığına göre ise düğün törenine, bazen derslerine ve konferanslarına giderken de yaptığı gibi gecikerek gelir.
Puran Hanım, Şeriati'nin Yalnızlık Sözleri gibi iç dökme olarak adlandırılabilecek eserlerinin pek çok sayfasında örtük veya açık olarak yer alan isim. Yazar olarak sırtını yasladığı kadın, aynı zamanda da ona üzüntüler yaşatan, onu anlamadığını dile getirerek sitemler ettiği hayat arkadaşı. Aralarında bir aşk yaşandığı muhakkak; biyografisinin yazarı Rahnema, Şeriati'nin Meşhed'de üniversite öğrencisiyken tanıştığı genç kızla evlenme konusunda ailesini ve Puran'ı ikna için iki yıl harcadığını yazıyor. Sonuçta Şeriati dindar bir aileden geliyordu, babası medrese eğitimi görmüş bir alimdi. Puran'ın ailesi ise Şah rejimine karşı muhalif konumda bulunan, bu nedenle bir oğullarını yitirmiş sol görüşlü bir aileydi. İranlı kadınların geleneksel tesettürü çadrayı kullanan bir annenin oğlu olan Şeriati'nin, aile ve arkadaş çevresine başörtüsüz bir gelini kabullendirme konusunda ne denli güçlük çektiği tahmin edilebilir.
Puran evlendikten sonra da başını örtmemiş; albümlerin bize gösterdiğine göre. –Bu fotoğrafları izlerken İran devriminden önce çekilmiş olduğunu hatırlamak gerekiyor gerçi.- Fatıma Fatıma'dır'ın yazarı, eşinden tesettürlü aydın bir kadın örneği olmasını beklemiş miydi acaba... Bu bize pek mümkün gibi geliyor.
Şeriati düşünen, bireysel varoluşu ve toplumsal konularda kafa yoran, yaşadığı dünya ve sahip olduğu, kendisine bağışlanmış hayat konusunda sorumluluk sahibi bir müslüman kadın tasarlar ve bu tasarısında da Şia kültürünün büyük önem atfettiği Hazret-i Fatıma ve Hazreti Zeynep'e atıflarda bulunur. Açık ki müslüman kadının geleneksel konumundan memnun değildir, ama onun için ideal olanın Batılı kadının hayat tarzını iktibas etmek olduğunu da düşünmemiştir. Gençlik yıllarında müslüman kadının geleneksel konumundan duyduğu rahatsızlığı, yakın bir arkadaşına hediye ettiği en sevdiği şairlerin şiirlerinden oluşan bir antolojiye yaptığı resimler ortaya koyuyor. Kırmızı kaplı, yüz sayfalık bu antolojideki şiirlerin çoğunun sahibi olan Şair Tevekluli'nin 'Kurtuluş' başlıklı şiirinin yanına Şeriati, ellerine bağlanmış zincirleri kıran bir kadını resmetmiştir. Gençlik yıllarında içinde bulunduğu Hüdaperest Sosyalistler Hareketi'nin tüzüğünde yer alan bir maddeye göre, daha sağlam bir yeni nesil geliştirmek için kadınların haklarına kavuşturulması ve bu haklara saygı gösterilmesi gerekmektedir. Kadınla erkeğin eşit fakat farklı insan cinsleri olduğunu kaydederken Şeriati, erkeğin akıl kadının ise duygu ile temsil edildiği tanımlama alışkanlıklarına yine de kuşkuyla yaklaştığını belli eden yorumlar yapmaktan geri durmaz. Öyle ki Hüseyiniye İrşad'da ders verdiği yıllarda bu alandaki düşünceleri, Ensariyi Zencani gibi bazı mollalar tarafından büyük tepki görecektir.
Dini bir aydın ve eş olarak Şeriati'yi döneminin dindar aydınlarından az çok ayıran yönü, eşini kendisiyle eşit konumda, söyleşebileceği bir arkadaş olarak tasarlamış olmasıdır. Puran'da söyleşebileceği kişiyi bulduğuna inandığı için de bu evliliğin gerçekleşmesi için direttiği anlaşılıyor. "Evlenme teklifinde bulunduğunda, ama ben doktora yapacağım daha, demiştim. O da, ben zaten eşimin doktora yapmasını isterim, diye cevap vermişti. Ev işlerine fazla daldığımda, bunları bırak, önemli değil bu işler, kitap oku, doktora için çalış, makyaj, giyim-kuşam için de vaktini harcama, derdi", diye anlatıyor Puran Hanım.
Şu var ki yazar, düşünür ve sanatçıların yaşadığı bir paradokstur bu, aile hayatında: Özellikle çocuklar da varsa, aile hayatının aksatmaya gelmeyecek sorumluluklarını çiftlerden yazar-sanatçı olmayanın üstlenmesi gerekir.
Şeriati ailesinde bu sorumluluğu üstlenen kişinin Puran Hanım olduğu açık.
Yine de o denli tutarsız değildir Şeriati, eşiyle ilişkilerinde. Puran'a, "Senden güzel sofralar kurmanı beklemiyorum, öteki kadınlar gibi şık giyinmek için zaman harcamanı da istemiyorum. Sadece oku, kendini yetiştir" derken, bu konudaki beklentilerindeki samimiyetini Paris yıllarında kanıtlamış, ilk çocukları İhsan'ın bakımıyla ilgilenerek eşinin doktora yapmasını sağlamıştır.
Şeriati'nin Pur'an'a verdiği önem, belki de yayınlanması düşüncesiyle yazmamış olabileceği Yalnızlık Sözleri'nde onunla ilgili olarak yaşadığı hayal kırıklığını anlatan cümlelerde kendini duyurtur. O kitapların, o metinlerin nasıl yazıldığının en yakın tanığı Puran Hanım'dır gerçi. Konferanslarıyla ünlendiği yıllarda, tasarladığı kitapları yazabilmek için yalnızlıkta bir sığınak aramıştır Şeriati. Puran ise, somut hayatın içinde olmaya devam etmeliydi, onun konuşmalarını, gece gündüz demeden sürdürdüğü yazı çalışmalarını sağlayabilecek bir ortamı koruyabilmek için... Böyleyken Şeriati bazen yine de "yazma nöbeti"ne tutulduğunda, kızkardeşinin evine sığınacaktır.
Şeriati'deki bir yazımda da konu ettiğim yalnızlık duygusunun çok daha eskilere, kendisini babasının arkadaşı gibi duyduğu ve sokaklarda oynayan akranlarının yanından bir yetişkin gibi geçip gittiği çocukluk günlerine uzadığını söylemek olası. Fiziki olarak genel olarak Puran'ın yanıbaşındadır, hapiste olmadığı yıllar boyunca. Yine de onca önemsediği eşinden ayrı bir dünyası vardır; giderek onu daha çok içine çekecek olan "ütopyanın veya davanın dünyası"dır bu. Onun herkesin içinde ayrı bir yerde duruşunu belgeleyen bir fotoğraftan sözediyor Rahnema. 1961'de Paris'te öğrenci olarak bulunduğu sırada, o tarihten sekiz yıl önce ordu tarafından vurulmuş olan Musaddık yanlısı üç öğrenci için İran sefaretinin karşısında İranlı öğrenciler bir toplantı düzenlemişlerdir. Bu sembolik toplantının onur konuğu ise şehitlerden birinin kızkardeşi olan eşi Puran'dır... Toplantı sırasında çekilen toplu fotoğrafta Şeriati'nin ön sırada, kendisine bir buket sunulan karısının yanında durmak yerine her zamanki gibi ayrı bir yerde durduğu görülüyor. Düşünceli silueti, kalabalığın ortasında bir yerde zorlukla farkediliyor.
Bununla birlikte Puran, Şeriati'nin konferanslar verirken ya da yazılar yazarken, "orada", çocuklarının yanında, evinin merkezinde bulunmaya devam ettiğine ilişkin güven duymaya devam ettiği eşidir. Tahran'dan Meşhed'e yazdığı mektuplarda, kitaplarının basımı için para bulmasını beklediği kişi de, herhangi bir kimse değil, Puran olmaktadır.
İran'a dönüşlerinin ardından Puran kocası konferanslarıyla bütün ülkede ün kazanırken., bir kadın olarak dört çocuğuyla birlikte sağlam bir yerleşme düzeni kurmanın telaşını üstlenmiştir. Şeriati her zamanki kadar esinlerinin ve aykırı sorularına cevaplar aradığı konferans takviminin düzeneğine göre yaşıyordur. Ailesine karşı sorumluluklarını tam olarak yerine getiremediği için sürekli huzursuzluk duyduğu, bu nedenle kendini suçladığı ve acı çektiği çok açık. Meşhed Üniversitesi'nde ders verdiği, SAVAK tarafından baskı altında tutulduğu, tutucu din adamları tarafından konferanslarının iptali için baskılara maruz kaldığı bir dönemde, onu mutsuz eden asıl ailesiyle ilgili problemler yaşıyor olmasıydı.
Hem devlet, hem dini topluluklar tarafından baskı altına alınan, kendini sürgüne göndermeye zorlanan, iki yılını hücre hapsinde geçirmiş bir eştir, Şeriati.
Mutlaka benzeri koşullarda bütün kadınlarda rastlanabilecek ölçüde yakınmış olmalıdır Puran, onun bir eş, bir aile babası olarak evde hissedilen eksikliği konusunda.
Evinde bulunduğum süre içinde dikkatle dinlemeye çalıştım Puran Hanım'ı. Sıklıkla tekrarladığı birkaç konu vardı: İlki, eşinin tercüme edilen eserlerinin bedeli konusunda Türk yayıncıların kendisine yaptığı haksızlık. İkincisi, eşinin iki yıllık hücre hapsi sırasında bir anne olarak içine düştüğü yalnızlık. Üçüncüsü, dört çocuklu evli çiftin aileyi taşıyan tarafı olmayı ister istemez üstlenmiş olmak. Dördüncüsü ise, hayat serüvenlerinin izlediği seyir nedeniyle eşinin tuttuğu yolda ilerlemesine karşılık kendisinin –kadın ve anne olması hasebiyle- bilimsel alanda belli bir seviyede kalmış olması...
(Şeriati'nin kitapları, Asım Gültekin'in Kitap Postası dergisi için tasarladığı bir dosyada yer alan rakamlara göre farklı isimlerle Türkçe'ye 60'ya yakın cilt halinde çevrildi. Bu rakam Farsça'da 30, Arapça'da ise 28. Türkçe basılmış olan Şeriati kitaplarının büyük çoğunluğu, ne yazık ki çok kötü bir dille tercüme edilmiş. Daha Türkçe'yi bile doğru dürüst bilmeyen kişilerin, bir hayli çetrefilli bir dili olan, cümleleri çok katmanlı, kelimelerle oyun oynamayı seven bir düşünürün eserlerini çevirme konusundaki cesaretlerini hep şaşırtıcı bulmuşumdur.)
Şorbon Üniversitesi'nde mukayeseli Farsça-Fransızca alanında doktora yapmıştır Puran. "Fakat Ali bir yerlere yükseldi, bense bir yerlerde kaldım. Biz aynı eğitimi almıştık. Kadınlar böyledir. O aslında benim beşinci çocuğum gibiydi. Her şeyini ben toparlardım arkasından."
Bu sözleri aklıma Şeriati'nin Yalnızlık Sözleri'nde kendi kişiliğini tasvir ederken sarfettiği şu cümleyi getiriyor: "Güçlü bir düşünür, iyi bir hatip ama hayat yolunda felçli ve bastonsuz yürüyen bir hasta, aynı zamanda güvenilecek ama sürekli dalgalı bir gerçek..."
Çok genç yaşta yitirilen sevilen bir eşin bıraktığı boşluğu kim ya da hangi uğraş doldurabilir ki... Çocuklar, evet, onlar vardır. Puran Panım 42 yaşındayken önce zorlu bir kaçışın, ardından uzak diyarlarda tartışmalı bir ölümün ayırdığı eşinin ardından, dört çocuğunu yetiştirme sorumluluğuyla başbaşa kalmıştır. "Devrim'den bir yıl kadar önceydi. Mevcut ortamda hükümet de bize karşıydı, fakat ayakta kalmalıydım; çocuklarımı güvenlik içinde olmaları ve tahsillerini sürdürmeleri için Fransa'ya götürdüm."
İlk kez hayat arkadaşı olarak seçtiği adamla gitmiş olduğu Paris'e bu kez yalnız başına, çocuklarıyla giden genç sayılabilecek bir kadın, o şehirde merhum eşinden, onun kitaplarında yer alan yakıcı, birçok anlama çekilebilecek cümlelerinden hangi sahneleri bularak veya keşfederek dolaştı acaba...
Puran Hanım, Ali Şeriati'nin ütopyasını tamamen paylaşan bir eş sayılmaz kanımca, bununla birlikte onun tarafından hayat arkadaşı olarak seçilmesine neden olabilecek özelliklerden yoksun olmadığı söylenebilecek güçlü bir kadın. Bir "siyasal ütopyacı"nın eşi, siyasal ütopyacının ta kendisi değildir. Puran Rezevi Şeriati ile geçirdiğimiz akşamın sonunda eve dönmek için taksi beklerken, Adem Özköse ile bunu konuşuyoruz.
Kaynaklar
1-Puran Şeriati, Eşim Ali Şeriati- Bir yaşam portresi, Mütercim: Sinan Bircan, İhtar; Kasım 2002.
2- Ali Şeriati, Yalnızlık Sözleri, Mütercim: Okan Sevinç, Anka; 2003.
3- Ali Rahnema, Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Tercüme: Zehra Savan, Kapı Yayınları; 2006.
4- Cihan Aktaş, "Şeriati: Yalnızlığa Sığmayan Adam", www.aliseriati.com
5- Cihan Aktaş, "Ali Şeriati: Sürekli Dalgalı Ama Güvenilir Bir Gerçeklik"; 2007 Mart ayının son haftasında Bayrampaşa Belediyesi'ne bağlı kültür merkezinde öğrencileri tarafından Ahmet Sarıoğlu Hoca'nın anısına düzenlenmiş olan Asrın İdraki Ve İslam başlıklı sempozyumda sunulan tebliğ metni.