18 Haziran Şeriati’nin ölüm yıldönümüydü. Şark gazetesi Şeriati için hazırladığı geniş dosyayı birinci sayfasından akla “Fatıma Fatıma’dır’ı getirecek bir başlıkla duyurdu: “Şeriati, Şeriati’dir.” Dosya, ilk sayfadan verilen bir değini ve Hadi Haniki’nin başyazısı dışında Şeriati hakkında yazı ve söyleşileri içeriyor.

Ben bu yazımda dosyada ağırlık kazanan Hadi Haniki ve Abbas Menuçehri’nin makaleleri üzerinden, “Şeriati irfanı” olarak bilinen İslami yorumun İran’da hali hazırda neye karşılık geldiğini ele almaya çalışacağım. Ayrıca sevgili okurlar, Şeriati dosyasında yer alan yazı ve söyleşilere ilişkin kısa değerlendirmelerimi de günden güne bu yazının altına düşülmüş notlar halinde bulabilirsiniz. 

İran medyasında Şeriati fikriyatı her şeye rağmen bir şekilde mevcudiyetini korusa da, Haniki’ye göre bu hiç de olumlu bir mevcudiyet değil ve medyatikleştirmeyle gelen problemlerle malûl. Şeriati’nin fikirleri muhafazakâr kesimlerce şiddetle eleştirilirken ya da sadece göz ardı edilirken medyada iki türlü karşılık buluyor:  Bir taraftan kuşaklar ve toplumsal kesimler arasındaki anlayış uçurumunu hesaba katan bir dille Şeriati’yi kendi gerçekliğiyle tanımaya izin veren bir yayın sürdüren medya, aynı zamanda bu sunumu egemen güç dinamikleri ya da tersine, bu güçlere karşı kesimlerin duyarlıklarını gözeterek yeni bir anlam edinmeye zorluyor.  Böylelikle Şeriati tefekkürü yer yer, Bahtin’in “kültürün karnavallaşması”  kavramına atıfla da,  taşıdığı ifade zorlukları nedeniyle sadece resmi alanlarda görülmekle kalmayan, akademik çevrelere de bulaşan,   gazetecilik dilini ise köklü olarak etkileyen bir yamulmaya maruz kalarak, gerçeklik kaybına uğruyor.

Sıklıkla da Şeriati’nin sosyolog kızı Susen Şeriati’nin de dile getirdiği bir garip durum çıkıyor ortaya: Şeriati adı gözden düşen her türlü entelektüel ya da siyasal yaklaşım için adeta bir kara fikir aklama merkezine dönüşüyor. 

Medya alanı genişlerken Şeriati yorumları ister istemez devlet tekelindeki medyanın sunumunun dışında bir çeşitlilik göstermeye başlıyor. Bunun bir sebebi, İran’daki düşünce geleneğinin göz ardı edilemez  ağırlığıysa, bir diğer sebebi de Şeriati’nin sadece ülkesi sınırları içine hapsedilemeyecek ölçüde dünya çapında gördüğü kabul.  Kendi yaşadığı dönemde de ufku o denli açık ki, düşünür olarak tarihin bir dönemine hapsedilemiyor. Onun mahiyetini bir adım öteye taşıyacak bir aydın gösterilemediği için de insanlar dönüp, “bu konuda Şeriati ne demiş” diye bakma ihtiyacı duyuyor. Resmi, güdümlü bir Şeriati söylemi üretilemiyor ki söylem zaten emirle üretilen bir şey de değildir.   

Bugün İran’da metni, dili ve sesi sözüyle, kağıda dökülmüş ya da dökülmemiş olarak Şeriati söylemi yadısınamaz bir olgu. Muhaliflerinin bile zaman zaman yararlandıkları bir söylem bu. Fikir özgürlüğünden yana bir siyasetçi olduğu söylenemeyecek Ahmedinejat bile an geliyor, Şeriati okuduğundan söz etme gereği duyuyor. Abbas Menuçehri’nin Şark dosyasında yer alan “Şeriati ve Sivil İrfan” başlıklı yazısında ifade ettiği üzere,”özgürlük” kavramı “irfan” ve “adalet”le birlikte Şeriati tefekkürü’nün en önemli unsurlarından biri değilmiş gibi...

İnsan bizatihi (yaratılış) bağışının ve aşkın bir tecellisidir Şeriatı irfanında... Kim, hangi haklı gerekçeyle bu büyük varlığı basmakalıp sorularla bir taklit ve tekrara zorlayabilir... Özgürlük, adalet ve eşitlik Şeriati’ye göre insanın üç fazileti. Onun “ne yapmalı”dan önce “nasıl olmalı?” sorusuna cevap arayan “yapıcı irfan”ı, Ayn’ül Kudat’tan, Mevlana’dan, Hallac’dan pırıltılar taşıyan, adalet arayışı içinde, zulme karşı direnmeyi sağlayan, özgürlük ve kurtuluş yollarına da kapı açan bir iklim.

İrfan bu kavrayışta, insanın olması gerektiğini açıklayan bir ilke değil, modern ya da geleneksel bir öğretinin görmekten uzak durduğu şekilde özgürlük, adalet ve eşitlik değerleriyle birlikte, nasıl olunması ve ne yapılması gerektiğini öğreten bir mekân. Bu mekan olma hali,  irfan benlikte gelişmeyi sürdürürken gerçekleşiyor.

Mekânını bulmaktan daha geliştirici olanı ise mekânını kurmak... Fikirlerine dönük bütün tevil çabalarına karşılık sahici Şeriati’nin kaybolmasına izin vermeyen önemli bir sabiteden söz ediyor Haniki: O, Hüseyniye İrşad; mescidi, üniversitesi, aydın çevresiyle ve devrimci atmosferiyle , Şeriati söyleminin yayıldığı mekân. İrşad Haniki’ye göre, Şeriati için Foucault’un “ilkesel, ütopik afmosferin yansılandığı sahici mekân için kullandığı “heterotopia” kavramına karşılık gelen yanıyla, aykırı mizaçların buluşmasına ve söyleşilere sahne olmakla kalmayarak, engelli (mahkûm ya da mustazaf) insanlara kendilerini ifade edebilecek paralel bir atmosfer sunabilme derinliğine de sahipti. Şeriati’ye tefekkür ufku için bağlam sunan İrşad, katılımcıları arasında resmi aydınlar, siyasetçiler ve bilim adamları bulunmasa da, kapılarının her kesimden insana açıklığından ileri gelen bir hareketlik sergiliyordu. Bir bakıma Şahlık rejimine en radikal eleştiriler getirmiş olan bir dini aydının oluşturduğu tefekkür ve bilinç büyük ölçüde, her kesimden insana açık bir mekânda söyleşi ve polemiklerle, eleştiriye de açık olmak suretiyle oluştu, denilebilir.

Şeriati irfanını “sivil irfan” başlığıyla yeniden yorumlayan  Menuçehri, bu başlığı tartışmanın yeni bir vatandaşlık bilinci açısından büyük yararı olacağını savunuyor. Ötekine karşı sorumluluğun yolu öncelikle kendini tanımadan geçiyor, verimli bir söyleşinin yolunun da sorular geliştirmeyi mümkün kılan bir endişeden geçiyor olmasına benzer şekilde... “Sivil irfan”, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla barış içinde birlikte yaşamayı mümkün kılan bir sorumluluk ufkunu açımlıyor. Bu üç kavram, irfan, özgürlük ve eşitlik (insanın hâlâ mümkün olduğunu anlatan) varoluşsal konumlardır; bilinç, sorumluluk, arkadaşlık gibi olgular bu konumlardan beslenerek daha anlamlı ve doğru bir hayat ufkuna atıfta bulunmayı sürdürürler.

Bu noktada Foucault’un parçalanmış mümkün evrenlerin “imkânsız” mekânına işaret eden “heterotopia’sı adeta “kesret” halinde sabitleşirken, Şeriati İrfanı, “Ne yapmalı?” ve  “Nasıl olmalı?” sorularının bütün güçlükleri ve riskleriyle   vahdete dönük ısrarlı bir çaba halinde mekânlaşmayı sürdürüyor. Şeriati İrfanı, hem batınında bir kurtuluş mücadelesi için arifane bir hayat sürdürmeyi önemsiyor, hem de arifliğe, hep tavsiye ettiği kendine dönüş yolculuğu açısından değer veriyor. Heterotopia’da, bir bakıma imkânsız bir yerde yanyana  getirilmiş ortak bir ölçüden yoksun mekânlarda izafi bir nitelik kazanan “şimdi”  ve gelecek ufku, Şeriati irfanının sürekli bir teyakkuzu gerektiren yolda olma halinde muğlaklığından arınarak yapılaşıyor.  

Sorumluluk hissi Şeriati’ye göre insan varlığının özgürlüğünün bir nişanesi. Hatta, sorumluluk özgürlüğün çocuğudur. Özgür insan haddizatında, sorumlu insandır.

“Şeriati irfanı’ndan mülhem “sivil irfan”, toplumsal kesimlerin temsil ve katılımına olabildiğince açık ve fikir özgürlüğünün gözetildiği siyasal iklime ilişkin bir açma denemesi... 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından reformist Müslümanların kendilerini toparlaması konusunda önlerini alan (pratikte kullanışsız olduğu kanıtlanmış) teori yorgunluğunu aşma çabalarının bir parçası  olarak da görülebilir bu deneme.

Şeriati her zaman muteber bir atıf kaynağı... Şu cümleleri, “sivil irfan” tanımı için bir açıklama sayılıyor: “Ötekiyle ilişkide şu var ki, insan bana ulaşıyor ve ötekini tanıma ve duyma ile gelen bir şey de var ki ben, kendini keşfediyor.”   

Menuçehri’nin ifadesiyle irfan, eşitlik ve özgürlüğe özgü çıkarım ve tezahürlerin sorumlu ve bilinçli vatandaşta teşhisi mümkündür; bu çıkarım ve tezahürler tam da “sivil irfan”ı işaretlerler.

Sanki, kurcaladıkça bizi önünde sonunda “heterotopia”yı hatırlatan steril yan yana mekânlara götürecek bir “sivil irfan” tanımı, Şeriati irfanının kurcaladığı anlamla pratik bir gerçeklik kazanmaya çalışıyor! Ayrıca sırf toplumsal süreç ihtiyaç duyuyor diye Şeriati‘nin irfani görüşlerinden bir “sivil irfan” çıkarma girişimini, yukarıda Haniki’nin medya alanında eleştiri konusu yaptığı Şeriati çarpıtmalarına yormak isteyen de çıkabilir pekâlâ. Şeriati’nin benliğini zaman zaman bir yangın yerine çeviren  imgeler, yalnızlık demlerinin ateşi ve külleri,  sıradanlıktan nefretin öfkesi, artık kimsenin gelmeyeceğini bilen insanın içine çekildiği yakîn hali, bütün olarak kışkırtıcı sorularla beyin fırtınalarına açık tutulan her türlü mekân, “sivil irfan” tanımının kastettiği uyum ve barışa ne kadar açık ki... Zorlu, çileli bir devrim öncesi fırtına; Şeriati sanki hep o eşikte konuşabilir.

Bununla birlikte, evet, Şeriati dili ve kültürü soyut yapılar olarak görmediği için, cümlelerinde daima taze, tazeleyen bir mekân imkânı keşfedilen bir düşünür.

Haniki de nihayet, vefatından bu yana geçen 34 yıl içinde medyada eklektik, yamalar halinde, bazen bağlamından koparılmış cümlelerle, bazen de bir amaç için yeniden kurgulanmış olarak var  olsa da Şeriati’nin tefekkürünün yeni kuşaklar tarafından yeni söylemler veçhesinde kendi gerçekliğiyle tanınmasının öneminin altını çiziyor.  

Şeriati fikriyatının son 35 sene içinde ülkesinde maruz kaldığı muamelenin ilk kez bu ölüm yıldönümünde Şark’ın hazırladığı dosyayla tartışılmaya açılması, İran iç siyasetindeki  monotonluğun kendi aktörleri çevresinde bile oluşturduğu tedirginliğin bir göstergesi olarak okunabilir. Samimiyetini yansıtan coşkusu ve uzlaşmaya izin vermeyen çıkarımlarıyla sürgüne zorlanan düşünür, aynı sebeplerle ismi etrafında sürdürülen hiç tamamlanmayan restorasyon faaliyetlerine karşılık duruluğunu koruyan berrak bir pınar gibi. Ne postmodern mistik yorumlar arasında kayboluyor,  ne de resmi egemenlikçi ideolojik açıklamalar için manipule edilebiliyor.

ŞARK DOSYASINDAN NOTLAR:

"Meşhed Üniversitesi'nde hoca olan Fransız bir hanımın Şeriati'yi bir diğer hoca ile kıyasladığı şu sözleri dönemin atmosferini çok iyi tasvir ediyor: "O hoca üniversiteye her gün farklı bir papyonla gelirdi, Dr. Şeriati ise her gün yepyeni bir fikirle... "

"Düşünce ve yayın dünyasının büyüklerinden biri hiç bir delil ve mantıklı açıklama getirmeksizin  Şeriati'den "yalancı" diye söz ediyor. Babasının vefatının 30. Yıldönümünde Hüseyniye İrşad'ta Sara Şeriati'nin dile getirdiği üzere: "Şeriati'yi tahlil ederken kendi metinlerine başvurunuz." Benzeri şekilde, Dr. Seyyid Muhammedi Caferi'nin hatıratında Üstad Muhammed Rıza Hekimi'den naklettiği şu cümleyi okumuştum: "Şeriati'nin bütün eserlerini kendisine yönelik ithamları hesaba katarak inceledim, tashih gerektiren bir konuya rastlamadım." (Muhammed Sadıgi, "Şeriati, Şeriati'dir.)

***

....Merhum Şeriati’nin o göz kamaştırıcı ve takdire şayan yeteneğiyle geleneksel kesimlerin ıslahat arayışı içinde olan gençleri arasaında İslam ve sol hareketten seçmelerle oluşturduğu terkip yurttaşları arasında öylesine bir deprem meydana getirdi ki aradan geçen bunca yıla karşılık bu depremin artçı sarsıntılarına tanık olmaya devam ediyoruz. Bu nedenledir ki dönemin hâkim nizamı kendisini koruma kaygısıyla hem oluşmuş bu atmosferi manipule etme, hem de Dr. Şeriati’nin nüfuzundan gençleri komünüzmden uzak tutma konusunda yararlanma, hem de onun geleneksel kesimlerle henüz o denli açığa çıkmamış çelişkilerini kullanma fikrine kapıldı. Kendi muhalifi olan bu iki hakim grubun karşısında Doktor’u dolaylı olarak destekledi ve büyük ihtimalle Doktor'un bu suiistifaden haberi olmadı. Bu hesap ise, hep bildiğimiz, çoğu oyunda oyuncuları hiçbir zaman amacına ulaştırmayan  türde hesaplardan biri. (Hasan Neragi, “Şeriati ve Entelektüellik Mesleği”)

***

"Çalkantılarla dolu bir toplumda o, en müşkül konuşmalar sırasında bile kelimelerin hesabını yapmıyor, onlarla dans ediyordu, bilgi ateşinin yönettiği arifane bir dans. Ve işte o öğrenme susuzluğudur ki  (oğlu) İhsan'a son vasiyetinde, "benim eserlerimi oku ki bilgin olasın ya da, işte, ben bir teorisyen olduğuma göre öğrenmek istediğin her şeyi benden öğren" demiyor.  İhsan'a vasiyeti sadece şöyle: "Oku, oku, oku!" Çoklarının  onun  felsefeyle bir alakasının olmadığını öne sürdüğü bir dönemde oğlu İhsan felsefe okudu ve felsefe alanında doktora yaptı. Şeriati yazı alanında olmasa bile konferanslarıyla kendi dönemini etkileyen faktörler konusunda son derece sorumlu ve müdrik bir sosyolog olduğunu gösterdi,  bu özelliklerle de 1960'lı yılların sonları ve 1970'lerin başlarında en coşkulu dönemini yaşadı. Bu coşkuyu kendi zamanı içinde değerlendirip eleştirmek gerekir. Dönemi anlamış ve konferansları oluşturan şartları da iyi çözümlemiş olan ilmi, dürüst bir eleştiri... Ancak kendi dönemimizin algıları çerçevesinde gerçekleştirilen bir eleştirinin kendisi de eleştirilmeye muhtaç!" (Dr. Ebulkasım Kasımzâde, Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi)

***

"Başka bir görünüşte yaşamak"

"Hikaye 1960'lı yıllarda Paris'te geçiyor, iki yabancı ülkeye mensup bir erkekle bir kadın konuşmak ve dinlemek üzere karşı karşıya geldiler. Ancak ne biri ne de diğeri anlatmak ya da dinlemek istiyor. Kendi kendine süren bir söyleşiden koparılmış parçalardır anlatılan. Yürekte kabaran cümleler, yanardağı andıran bir yazarın diliyle derinlerden fışkırmakta... Ateşten bir okyanusta yanıyorlar, ama bu okyanustan kurtulmaya da cesaretleri yok.  

(...)

"Orly'de Karşılaşma"*, Ali Şeriati'nin eserleri arasında bir hayli farklı özellikler gösteren edebi bir metin. Tunuslu bir kadınla Paris'te ikamet eden şair ve yazar, ayrıca özgürlükçü bir mütefekkir arasında sürekli bir söyleşinin aktarımından oluşan bir hikaye bu... Her ikisi de sahici bir hayatın peşinde idealist kişilikler, her ikisi de bilinmeyen dertlerini dile getirmek için bir sığınak aradıkları ülkelerden geliyorlar. (...) Şeriati bu hikayeyle kendi zamanında tam anlamıyla derk edilmemiş olan, doğru bir şekilde anlatıldığında ve iyice anlaşıldığında artık bir şiir mısrası ya da felsefi kelam olmakla kalmayarak insanın bütün varlığını değiştirebilecek bir mefhumu kurcalamaya çalışıyor. (...) İkisinin de varlığını derin bir acı kaplıyor, adam gidiyor. Ancak paylaştıkları sevgi öyle bir noktaya ulaşmış durumdadır  ki hikaye orada noktalanıyor: Yazarın zihninde nihayet iki ruhun konuşmasının anlamı, diğerini bildikten (tanıdıktan) sonra, birlikte olmanın gerekmediği yönünde; ikisi aynı kişi olmuşlardır çünkü." (Fernaz Hatibi)

*Hatibi'nin yazısına konu aldığı "Orly'de Karşılaşma, Şeriati'nin "Yalnızlık Sözleri" isimli eserinin 2. cildinde yer alıyor.