*Bir kış günü Kosova*

Gerçek anlamda bir Balkan soğuğu… Üsküp'ten Kosova'ya geçer geçmez kendini gösteren kar altında bembeyaz dağlar, derin vadilerin ürpertici görüntüsünü yıllar sonra bile hafızamdan hiç çıkmadı… Dondurucu ayaz zaman zaman dağlardan kopup gelen fırtınayla insanın içine işleyen bir soğuğa dönüşüyor. Ağaçlarda çatılarda biriken kar kalınlığını görünce, Balkanlarda neden çatısız ev olmadığını, çatıların neden bu kadar dik yapıldığını, insanoğlunun tarih, coğrafya ve iklim faktörünü gözeterek mimari tarzını geliştirirken kültürüne uygun bir estetik de geliştiriyor. Modern mimari, bu anlamda tabiata meydan okuma değil midir? İnsanın geliştirdiği teknolojik imkânlarla tabiat ve coğrafi şartları alt ederek bir güç gösterisine dönüşen mimari. Balkan tarihi, sempatik evlerin ortak mimari üslubunu ortaya çıkaran tecrübe, insan mekân ilişkisinin doğayla iç içe somutlaşmış ifadesi, Osmanlı mimarisinin eşsiz çözümlemeleri karşısında bir kez daha hayranlıkla gözümün önünden şerit gibi akıp geçiyor yol boyu.

Vakit daraldığından namaz kılmak için yol üstünde bir caminin önünde duruyoruz. Komünist Yugoslavya döneminde yerle bir edilen tarihi Osmanlı camisinin yerine yeni bir cami. Daha görür görmez bir tuhaflık hissettiriyor. Zeminden tavana kadar cam gövde, klasik tarzın dışında yarım kubbeli bir cami. İlk bakışta farklı bir mimari tarz arayışı olarak anlamlandırmaya çalıştım. Nafile. eksik olan, yerli yerine oturmayan bir şey vardı. Caminin içine girince tasarımda iklim, coğrafi şartları hiç gözetilmediği gibi bölgenin kültürel dokusuyla da en hafif tabirle uyumsuz olduğu gerçeği her çizgide kendini gösteriyordu. Hatta uyumsuz olması özellikle tarihsel ve kültürel bağlamına zıt olması için, bölgede muhtemelen hiç bulunmamış biri tarafından tasarlandığı izlenimi veren bir tasarımla karşı karşıyaydım. Kışların bu denli çetin geçtiği bir coğrafyada en basit mühendislik düşüncesinden, ısıtma gibi bir sorunun hiç düşünülmediği çok belli oluyordu. Arap ülkelinden biri tarafından finanse edilen caminin belli ki Osmanlı mimari tarzını hatırlatmaması için özel çaba gösterilmiş. Mimar Sinan'ın ağırlığı altında ezilip beton yığını, yeni çözümlemeler üretemeyen cami mimarisini eleştiren ben, burada yüzyıllar içinde geliştirilen konut ve cami mimarisini silmek isteyen çaba karşısında yadırgamaktan öte adeta bir öfke hissettim. En azından yıkılan caminin mimarisine saygı beklenirdi.

*Soğuk bir kış günü Köln*

Geçen hafta Duesseldorf Havaalanı'na indiğimde beni herkesten önce karşılayan ormanları kaplayan beyaz kar örtüsü oldu. Yol boyu orman ve kar eşlik etti. Kara Avrupa'sının sert iklimi kendini göstermişti. Akşam Köln Katedrali'nin etrafı tam şenlik havasında. Yılbaşı ve Noel'in iç içe geçtiği pagan törenleri ile Hıristiyan kutlamasının birbirine karıştığı Avrupa kültürü… Biri tabiatın biçimlendirdiği pagan ayini, diğeri dinin paganizmi dönüştürme çabası…

Köln de yaptırılan minareli hem de iki minaresi olan cami inşaatını gece aydınlatması altında da olsa, Müslümanlara gösterilen çoğulcu tahammül ile sembolizmin temsil sınırlarını göstermesi bakımından ilginç oldu.
Avrupa'da cami tartışması kadar hatta ondan daha önemli olarak minareli ve kubbeli cami mimarisi, tartışmanın merkezinde yer tutar. Artık farklı dinlerin, kültürlerin varlığını kabul eden, zaman zaman tahammül göstererek içine almaya çalışan Avrupalılığın kültürel sınırlarını gösteren semboller mücadelesi veriliyor.

İsviçreli, iyi bir Katolik olan üniversitede dinler tarihi dersleri veren arkadaşımın, barışçıl bir ulus olarak gösterilen ülkesinde minareye itirazın gerekçesi olarak söyledikleri bu çerçevede anlamlı; "Yaşayış olarak Hıristiyan olmasa bile, Hıristiyanlığın  Avrupa kültüründe yetişen insanlar minareyi İslam'ın bir zaferi olarak görüyor. Minareli cami yapılmasını, kendilerine bir meydan okuma olarak algılıyor." Bu psikolojiyi halk düzeyinde anlamak mümkün. Resmi makamların da benzer refleksler sergileyerek minareli cami yapımına çok özel şartlarda izin verilmesi ötekine saygının sınırlarını gösterdiği kadar, farklı inançların Alman, Fransız kültürünün, sembolik düzlemde bile dışına çıkmasına, özgünlüğünü korumasına izin vermiyor.
Müslümanlığı göçmenlerin temsil ettiği bir coğrafyada yerli Müslümanlar olsaydı ve bu tarihsel süreçte estetik ve figüratif unsurları nasıl gelişirdi sorusu kafama takılır hep.

Köln Camii, dışarıdan bakıldığında büyük ölçüde tamamlanmış olsa da inşaat devam ediyor. Projenin kabul sırasında itirazlar bir yana uygulamaya geçtikten sonra da caminin İslam mimarisini, cemaatin büyük kısmı Türkiye'den olması nedeniyle Osmanlı tarzını hatırlatmaması için özel çaba gösterilmiş. Kubbe ve minarelerin dış görünümü ilk bakışta camiden çok uzay üssünü hatırlatıyor. Bu tarz Alman kültürü içinde geliştirilmiş figüratif bir uygulama olmadığı gibi, cemaatin estetik algısıyla da örtüşmüyor. Önemli olan Alman kamuoyunun, İslami temsil ettiğini varsaydığı sembollerin geri plana itilmesi.

Nitekim caminin iç dekorasyonuna müdahale eden Alman yöneticiler, tasarlanan süslemelerin "Alman kültürüne aykırı" olduğu gerekçesi ile değiştirilmesini istiyorlar. İbadet mekânı olarak ihtiyaca karşılık gelen ancak mekânı anlamlandıran estetik ve sembolik kodlar iki farklı kültürü karşı karşıya getiriyor.

İstanbul da Mimar Sinan'ın kötü kopyası abartılı büyüklükteki camiler, şehir siluetine kimliğini vermekten çok onu deforme ediyor. Balkan coğrafyasında dini hayatı yeniden biçimlendirmek isteyen Ortadoğu sermayesi ise bölgenin kültürel kodlarını ve estetik algısını tahrip ederek tarihsel bağlarından koparmaya çalışıyor.

Avrupa da Müslümanları bireysel varlığına ses çıkarmazken, kamusal alanda Müslümanca görünmelerinin sembolik ifadelerinin önüne geçilmeye, tarihsel ve kültürel kodlarını çözmeye çalıştığı aşikâr.

Evet, semboller bazen çok şey anlatır. DEVAMI>>>