ll Mahmut?un reform olarak yaptıkları arasında Mehterhane yerine çok sesli müzik olan Mızıka-i Hümayun?u, Farsça yerine Fransızcayı, geleneksel kıyafet yerine Fransız ordu kıyafetini ikame etmek, erkek ve kadın kıyafetlerinde Batılı tarzı benimsemek, resmi toplantılarda alkollü içki kullanımını serbest bırakmak önemli yer tutuyordu. Bugün hala yaşanmakta olan başörtüsü sorununun tarihi kökleri buralara dayanmaktadır. Özetle Türk modernleşmesinin üç parametresi; ?devletin tercihi?, ?din-dışı? formüle edilmesi ve ?batılılaşma? olarak tanımlanmasıdır. Müslüman toplumun ?modernlik? ve modernlikle ilişkili olarak ?gelişme ve kalkınma programları?na kuşku ile bakmasının gerisinde yatan önemli sebeplerden biri budur. Fakat elbette daha derinlerde yatan başka bir sebep de vardı ki, bu da iktidar seçkinleri tarafından empoze edilen modernliğin bizzat temel felsefi varsayımlarının, Müslüman dünyanın varlık tasavvuru, hayat tecrübesi, insan anlayışı ve kültürel kodlarıyla uyuşmaz karakteridir. Ben bu çerçevede Aydınlanma?nın ürünü olan modernliğin üç temel varsayıma dayandığını söylemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bunlar da; a) Bireycilik; b) Sekülerleşme ve c) Ulus Devlet?tir. Modern dünyayı mümkün kılan bu üç parametrenin ne anlam ifade ettiğine kısaca bakalım: Hemen şunu söylememiz gerekir ki, kadim kutsal gelenekler, semavi dinler ve İslam bakış açısından bu her üç parametre de sorunludur. Çünkü dinler insana Allah?a kulluk yapmanın yol ve yöntemlerini öğretir ve Allah?ın iradesine teslim olmaya çağırırken, ?bireycilik? mutlakıyetçi idarenin sembolü kral/ efendiyi reddettiği gibi, insanın üstündeki her türlü otoriteyi ve elbette Tanrı?nın tabiata, tarihe ve hayata müdahalesini de reddediyordu. Bireycilik, basit ve arzulanır manada ?kişilik (şahsiyet)? sahibi olmak, duyguların esaretine karşı aklı kullanmak ve kendinden sorumlu olmayı öğrenmek değildir; bunu her Müslüman kendine asli hedef sayar. ?Birey? olmak, Allah karşısında özerk, özgür ve bağımsız olmaktır ki, Müslümanlar bunu inançlarıyla telif etmenin yolunu bulamadılar. Bu açıdan Hasan Hanefi?nin ?Teolojinin yerine antropoloji?yi ikame eden, yani ?Allah merkezli bir alem tasavvuru? yerine ?insan merkezli bir dünya görüşü? ikame etme teşebbüsünün bizim dünyamızda hiçbir başarısı olmayacaktır. Alem tasavvuru dine, dünya görüşü sekülerliğe aittir. ?Sekülerleşme?yi yalın manada ?laiklik? olarak anladığımızda hiç kuşkusuz, herkesin din ve vicdan özgürlüğü korunmalıdır. Kamusal hayat, devlet ve idare nizami din adamları ve onların kurumlaşmış örgütü kilisenin denetimde olmamalıdır. Herkesin din ve vicdan özgürlüğü korunmalı, kimsenin dini hayatı üzerinde baskı kurulmamalıdır. Yani mutlakiyetçi idareye karşı demokrasi, teokrasiye karşı laiklik korunmalıdır. Müslümanların bu konuda itirazları yoktur; İslam tarihi bunun teyidinden ibarettir. Ama aydınlanma ile kendini empoze eden sekülerlik; bireyin zihni ve beşeri hayatından, toplumsal ilişkilerin ve kurumların tümünden dinin arındırılması; varlığın kutsaldan boşaltılması ve her şeyin ?şimdi ve buraya ait? kılınıp müteal, batın ve öte fikrinin (Ahiret) reddedilmesidir. Türkiye Cumhurbaşkanı (Şubat -2007), laikliği aynen bu şekilde tanımlamış ve başka tanımlarının olamayacağını söylemiştir. Bu çerçevedeki laiklik, halkın kalkınma ve modern hayata katılımını engelleyen ideolojik bir formasyon olarak fonksiyon görmektedir. Bunu özellikle bu formasyonda sabitleştirmek isteyen çevreler var, çünkü halkın modernleşme sürecine kendi rengini katması ve milli gelirden daha çok pay alması, bu çevrelerin imtiyazlarını tehdit etmektedir. Türkiye?de 1929?dan beri uygulanan ?devletçilik? ilkesi, halktan kaynak toplanmasını ve belli bir zenginler zümresine transfer edilmesini öngörür. Halkın zengin olması, bildik yöntemlerle modernleşmesi hem merkezdeki çekirdeğin imtiyaz ve avantajlarını zayıflatır, hem kendine özgü yaşama biçimini geliştirme imkanını verir. Bu ise ?devletçilik?e yüklenen ikinci misyona aykırıdır. Toplumu otoriter yöntemlerle modernleştirmek isteyen iktidar seçkinlerine göre, devletin desteğindeki zenginler zümresi hem kalkınmayı üstlenecek hem de modern yaşama tarzının öncülüğünü yapacaktır. Çünkü modernleşme batılılaşmadır, devletin kararıdır ve din-dışı formları öngörür. Halkın, yani merkez-kaç güçlerin kendilerine özgü modernleşme biçimleri yoktur, olmamalıdır.