İktidar kavgalarını azdıran ve iktidar kavgalarıyla azan ağır bunalımın neden ve sonuçlarını zaman faktörünün etkisiyle daha iyi anlamamız gerekirken, durduk yerde ve en kritik alanda tersi oluyor.
Sonuçları neden ilan ettikçe, çözümü sonuçlar çerçevesinde zorluyor, kaçınılmaz olarak iktidar kavgalarını yüceltiyor, onlara taraf oluyoruz. Yaşanan ve alttan gelen değişimi farketmiyoruz, sürekli olarak suçlular arıyor, statüko çağrıştıran dengelere öykünüyoruz.
Oysa bu ülke, “toplumsal ve ekonomik bir seyyaliyet”in yarattığı değişim gerçeği ve bu gerçeğin yol açtığı sorunlarla karşı karşıya.
Kısacası, değişimin yerleşik yönetim modelini, yerleşik büyüme modelini, yerleşik iktidar ilişkilerini, siyasi ve toplumsal ittifakları, toplumsal tabakalaşmayı altüst ettiği bir Türkiye'de yaşıyoruz.
Bu, dünden bugüne, 1990'lardan 2000'li yıllara pek değişmedi…
90'ların son iki yılı, bir açıdan bakınca değişimin yarattığı yeni aktörlerle eski aktörler arasındaki rant kavgasına, biraz derine inince yönetemeyen siyasetin ve devletin yaşadığı krize tanıklık etti.
Toplumun sağlık, eğitim sorunlarını, ekonomik ve kültürel taleplerini, hatta ihtiyaçlarını bile kuşatamayan; kuşatamadıkça toplumsal krizi azdıran ve ondan etkilenen bir “yönetim krizi”ne işaret etti.
Gelişme bildiktir:
Değişimi kuşatamayan, uyum sağlayamayan, değişimi yönetemeyen önce otoriter yola girer.
Ardından otoriter tercih, yönetim cihazını ve kurumlarını hırpalamaya başlar.
Yönetim kuralları işlev görmez hale gelince; mafyadan faili meçhul cinayetlere, ihalelerden özelleştirmelere uzanan, siyaset dışı müdahaleleri meşrulaştıran, yasaları, kuralları, gelenekleri delen “fiili durumlar”ın doğması kaçınılmaz olur.
Asıl vahamet; ikame edilen kurum ve yöntemlerin alttan alta meşruluk kazanmaya başlamasıdır.
Bu durumda, varılan nokta ikili bir meşruiyet sisteminin, bir “kaos” halinin doğmasıdır.
Bu “kaos hali”nin yarattığı iki sonuç vardır ki, bugün bu ülkede yaşayan ve düşünen her insan iliklerinde hissetmektedir.
İlki, kaba güç ilişkileri üzerine kurulu, yeni rant paylaşım sistemini ifade eden bu fiili durumların toplumun bir kesimini besler ve onlar tarafından desteklenirken, diğer kesimince rant ya da ilke adına mahkum edilmesidir.
İkincisi aynı “fiili durumlar”ın devlet cihazı içinde de benzer gelişmelere yol açması, yani devlet cihazı içinde bugün olduğu gibi çatışma ve kutuplaşmanın alıp yürümesidir, bu çatışmanın AB sürecinin en ciddi eşiğinde siyasi atmosfere kendisini bir tür empoze etmesidir.
Bu durum ülkedeki siyasi istikrarsızlığın perde arkasını oluşturur.
İçe dönük iktidar kavgaları yerleşik kurumların meşruiyetini de zedeler.
Yönetim krizi açısından dün ile bugün bir madalyonun iki yüzü gibi.
Tek fark biçimde…
Ve bu biçimi aşmak, kırmak için gerekenler de ortada:
Toplumsal siyaset fikrinden, siyasi alana sahip olma niyetinden yola çıkan, temsil kabiliyetini devletle ya da kendi tabanıyla kuracağı ilişkiden daha çok önemseyen bir siyasallaşma...
Umarız seçimler bize bu yolu açar…
Kaynak: Yeni Şafak