30 Eylül 2005 tarihinde Danimarka’da yayınlanan Jyllands Posten gazetesinin işgüzarlığıyla birlikte Hazreti Peygamberle (S.A.V.) alakalı olarak bir karikatür skandalı ve krizi baş göstermişti. Ardından kriz Norveç gibi diğer İskandinav ülkelerine sıçratılmış ve ardından Fransa gibi ülkelerde de bazı basın yayın organları bu hakaret ve kin korosuna katılmışlardı. Bu dalgayı en geniş sınırlara ulaştırmak ve yaygınlaştırmak istiyorlardı. Bunların Batı’da baş göstermesi kin birikimine ve İslam düşmanlığının yeniden nüksetmesine hamledilebilir. Batı’da bu akım Voltaire gibilerden beri devam etmektedir. Yazılı basının gelişmesiyle birlikte kinlerini tatmin etmek isteyenlerin başvuracağı yöntemlerden birisi Hazreti Peygamber’e basın yoluyla hakaret olmuştur. Peygamberimizi karalamak için ortaçağda Hıristiyanlar ona sahte tanrı (veya İslam'a, çakma din) anlamında Mahound veya Mahoun ifadesini yakıştırmışlardı. İngilizlerin himayesinde Selman Rüşdi Şeytan Ayetleri kitabında bu kullanımı tekrar sahneye sürmüştür. Selman Rüşdi İngilizlerin himayesinde İslam’a ve aziz peygamberine hakaret etmiştir. Sonra bu karikatür krizi Batı’da bir dalga halini aldı. Batı, tabir caizse İslam’ın deplasmanı olduğundan dolayı etkileme imkanımız veya oranımız gücümüzle alakalı ve sınırlı. Kabul etmesek de onaylamasak da içimize sindiremesek de bu karşı hamlelere bir dereceye kadar ‘kanıksadık’. Bildiklerini yapıyorlar ve bunun hilafına kendilerinden bir fazilet beklemek de zor.
*
Asıl garip olan İngiltere’ye sığınmış Selman Rüşdi değil. İçimizdeki ridde dalgalarının cüretkar süvarileri. İçimizden de Turan Dursun ve Aziz Nesin gibi bir takım nasipsizler çıktı ve Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar. Kinleriyle birlikte öbür tarafa gittiler. Lakin muakkipleri ve halefleri kesilmiş değil. Fikirleri ebter olsa da nesilleri velut. Ebu’l Hasan en Nedvi’nin bahsettiği gibi (riddetün la Eba Bekre leha/ Ebubekir’i olmayan ridde) maalesef bu akım veya eğilim karşısında bir dalgakıran göremiyoruz. Batı kendi içinde İslam’a hakaret kampanyası açmakla kalmıyor aynı zamanda bunu içimizde de yerli isimlerle sürdürüyor. İslam dünyasındaki bu kampanyalara sahip çıkıyor ve omuz veriyor. Bunlardan birisi Hamza Kaşgari idi ve atmış olduğu twitlerde dini alaya almış ve Hazreti Peygambere hakaret etmiş ve Allah’ın varlığıyla alakalı şüphelerini dile getirmiştir. Bu yönleri afişe ve serrişte olunca ülke dışına kaçmış ve uzak doğu ülkelerinden birisinden geri getirtilmişti. Tövbe ettiğine dair değerlendirmeler yapılmış ve daha sonra mesele soğumaya terk edilmiştir. Bununla birlikte Batılılar meselenin takipçisi olmuşlar ve sürekli olarak Hamza Kaşgari’nin meselesini insan hakları meselesi olarak gündemde tutmuşlardı. İslam’a hakaret etmek Batı’da temel hürriyet haline gelmiş ve İslam ülkeleri de bu yönüyle gözetim ve hatta sıkıyönetim altına alınmıştır. Hamza Kaşgari mevlit kandili münasebetiyle yazmış olduğu twitlerde ‘içimden sana selatu selam getirmek gelmiyor’ demiştir. Bir başka twitinde ise ‘senin bazı şeylerini sevdim, bazı şeylerini de sevmedim ve birçok şeyini de anlamadım’ diye yazmıştır.
*
Fas’ın Berberi milliyetçilerinden veya modern şuubilerinden biri olan Ahmed Asid, Hamza Kaşgari ile birlikte aynı dili ve üslubu paylaşmıştır. Peygamberimizin afaka ve civar devletlere göndermiş olduğu mektupların bir ‘terör mesajı’ olduğunu ileri sürmüştür. Peygamberimizin söz konusu krallara ve devlet adamlarına göndermiş olduğu mektuplarında hep şu mesajı vermiştir :” Eslim, telsem/Müslüman ol, selamet bul.” Bu, ‘selamet bul’ ifadesinden tehdit anlamı çıkarmış ve Hazreti peygamberi haşa ‘terörizmle’ suçlamıştır. Bu ifade tehdit mi, yoksa tebliğ mi? Diğer ayetlerde ise ‘ vema aleyke ille’l belağ’ denmiştir. Sadece tebliğle ve teklifle mükellef olduğu ifade edilmiştir. Dinde zorlama yoktur ve zorlama imana değil, nifaka götürür. Lakin karşıt zorlamaya karşı da Seyyid Kutup’un ifadesiyle cihat meşru kılınmıştır. ‘Müslüman ol, selamet bul’ derken bu ifade dünyadan ziyade ahiret için geçerlidir. Cennetin anahtarı imandır ve bu anahtara sahip olanların selamet bulacağı müsellemdir. Bakara 257’inci ayetinde Allah, resulünün ağzından değil bizzat birinci elden kendisi bu gerçeği ifade eder: “Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar…” Burada karanlıktan veya zulumattan nura çıkarmak tamamen manevi ve uhrevidir. Demek ki selamete çıkmak da manevidir. Lakin Ayşe Hür gibiler gibi Ahmet Asib de yanlış anlamaya yatkın bir kimliğe sahiptir. Belki cehennemi de terör aracı olarak görmektedir. Kim bilir? Son sıralarda Cezayir’de Halide Mesudi gibi çok sayıda aydın veya aydınlanmacı kendini dine karşı konumlandırmaktadır. Eskiden Marksistler dine karşı çıkardı. Şimdi ise ırkçılar ve liberaller onların yerini almış bulunuyor. Ahmed Asid hümanist olarak insanın nassın üzerine çıkarılması gerektiğini söylüyor. Bu söyleme göre, peygamberlere ihtiyaç yoktur. İnsanın varlığı bu ihtiyacı savmış ve ortadan kaldırmış oluyor. O zaman cehennem de lüzumsuz kalıyor!
Tunus’da da böyle bir vakıa yaşanmış ve Danimarka karikatüristlerine özenen Cabir el Maciri de benzeri bir karikatür skandalına imza atmış ve akabinde 7.5 yıl hapisle cezalandırılmıştı. Yine Batılılar takipteydi. Cumhurbaşkanı Münsif Marzuki bu baskılar üzerine hakkında özel af sinyalinde bulunuyordu. Ve sonunda salıverilmesine karar verdi. Batılılar biraz da Mısır’ın ve Suriye’nin mazlumlarına sahip çıksalar olmaz mı? Bu ridde dalgası karşısında çözüm caydırıcı olmaktan geçer. Yoksa Cezayir’de 2013 ramazanında olduğu gibi toplu oruç bozma seanslarıyla karşılaşmaktan kurtulamayız. Burada mesele oruç tutup tutmamak değil kendi topraklarında İslam’a meydan okumaktır. İrade kırarak İslam’a her türlü atışı serbest kılmak istiyorlar. Dinin yerine hevalarını ve heveslerini hakim kılmak istiyorlar. Meselenin özü ve özeti budur.