Hafta başında Ankara'yı ziyaret eden Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Türkiye'nin AB'ye "tam üyelik dışındaki seçeneklere açık olması" gerektiğini söylemiş. AKP'yi kapatma davası hakkında ne düşündüğü sorulduğunda da, Türkiye'nin kendi iç meselelerini kendisinin çözmesi gerektiğini, Avrupalılardan "hakemlik ya da polislik" yapmalarının beklenmemesi gerektiğini ifade etmiş.
Hemen bütün partilerinin ve kamuoyunun büyük çoğunluğunun Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğu ülkenin Dışişleri Bakanı'nın başka türlü konuşması herhalde beklenemezdi.

Plassnik'in sözleri bana önce Alman Hükümet Sözcüsü Thomas Steg'in kapatma davası hakkındaki sözlerini hatırlattı: "Bu dava Türk milletinin iradesine karşı açılmıştır. Reddedilmesini bekliyoruz." Sonra da TESEV'in geçen hafta Konya Selçuk Üniversitesi'nde düzenlediği Türkiye - AB konulu panelde dinlediğim İsveç Büyükelçisi Krister Asp'ın söylediklerini anımsadım: "İsveç olarak bize de ayrıcalıklı ortaklık önerildi. Fakat kısa süre sonra bunun kabul edilemez olduğunu gördük. Türkiye tam üyelik hedefinden kesinlikle vazgeçmemeli." Çeşitli AB sözcülerinin ifadeleri arasındaki kontrast, AB'deki Türkiye tartışmasının, Türkiye'deki AB tartışması kadar çok kutuplu olduğunu göstermesi bakımından ilginç.

1990'larda İsveç adına AB'ye katılım müzakerelerini sürdüren heyetin iki numarası olan Büyükelçi Asp'ın konuşmasını şöyle özetleyebilirim: "AB'nin çıkış noktası yüzyıllarca savaşların yakıp yıktığı kıtada barışı hakim kılmaktı. Bu amaca ulaşıldı. Bugün Avrupa'da savaş düşünülemez bir şey. Şimdiki hedef, özgürlük ve demokrasinin bütün kıtaya yayılması. Eğer AB genişlemeyi durdurur, kapıları yeni üyelere kapatacak olursa, ciddi istikrarsızlık riskiyle karşılaşacaktır. Eğer Türkiye'ye kapılar kapatılırsa, AB yumuşak gücünü, yani ülkelere model olma yeteneğini kaybeder. Türkiye'nin üyeliği AB'nin dünya politikasında güçlü bir role kavuşmasına büyük katkı yapacaktır. Bugün AB'de Türkiye'nin üyeliğine direnenler olması hiç şaşırtıcı değil. Fransa, Britanya'yı iki kez veto etti. İsveç'e de ayrıcalıklı ortaklık önerildi. Evet, Türkiye'nin üyeliği Malta ya da İsveç kadar kolay değil. Ama üyeliğine direnişin esas nedeni Türkiye değil, AB'deki genişleme yorgunluğu. Türkiye reformları sürdürerek koşulları yerine getirdiğinde AB'ye üye olacağından kuşku duyulmamalı."

Umarım, iktidar partisini kapatma davası gibi dünyada görülmemiş bir olay, amacının tam tersi sonuç verir; AB'ye katılarak demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını ve azınlıklara saygıyı güven altına alan Türkiye hedefinin canlandırılmasına yardımcı olur. Gerek AB Komisyonu sözcülerinin, gerekse Avrupa Parlamentosu'nun son günlerdeki açıklamaları, AB'den Türkiye'ye desteğin yükseleceğinin işaretleri olarak görülebilir.

Britanya, İspanya ve İtalya ile birlikte İsveç, Türkiye'nin AB'deki yandaşlarının başında geliyor. İsveç parlamentosundaki bütün partiler, gerek sosyal demokrat gerekse muhafazakar hükümetler Türkiye'nin AB üyeliğine güçlü destek veriyor. İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, denebilir ki, şu an Türkiye'nin Avrupa'daki bir numaralı dostu. İsveç hükümetinin İstanbul Başkonsolosluğu'nda kurduğu Türk - İsveç İşbirliği Merkezi, çeşitli konularda görüş ve deneyim paylaşımı için Türk ve Avrupalı uzmanları bir araya getiren konferanslar düzenliyor. Ayrıca, Türk öğrencilere İsveç'te lisansüstü öğrenim görmeleri için burs veriyor. Şu anda 90 Türk öğrenci bu programdan yararlanmakta.

İsveç'in Türkiye'ye ilgisinin bir göstergesi de İsveçli diplomatların Türkiye üzerine kitapları. 2001'den bu yana İstanbul Başkonsolosu olan Büyükelçi ve tanınmış bir yazar olan Ingmar Karlsson'un "Avrupa ve Türkler: Karmaşık Bir İlişki Üzerine Düşünceler" (Homer Yayınevi) adlı kitabı geçen yıl yayımlandı. 2001 - 2005 arasında Ankara Büyükelçisi olan Ann Dissmor'un İngilizce "Turkey Decoded" (Türkiye'nin Şifresi) başlıklı kitabı da yakınlarda çıktı. Bu kitaplar üzerine yazacağım.

 
Kaynak: Zaman