Ergenekon'un ne olup ne olmadığı çok tartışılıyor. Ben, bizzat bu soruşturmayı yürüten savcı ve polislerin bile bu konuda net bir görüş belirlediklerini sanmıyorum.
Ergenekon'un ne olup ne olmadığı konusunu bundan bir yıl kadar önce Türkiye'nin önemli bir güvenlik yetkilisiyle de konuşmuştum ve bugün Susurluk'un meşhur hükümlülerinden İbrahim Şahin'in evinden çıkan krokilerden hareketle yapılan kazılarda ortaya çıkan mühimmat ve silahlar bana o sohbeti hatırlattı.
O zaman o sohbette konuşulanlara ben kendi bilgilerimi, kendi spekülasyonlarımı ve biraz da tecrübemi eklediğimde, kendimce bir perspektif geliştirdim, Ergenekon dendiğinde veya Ergenekon'un kökeni dendiğinde meselelere hep bu perspektiften bakıyorum.
Ayrılıkçı PKK terörü gerçi 70'lerin sonlarında ortaya çıktı ama PKK'nın doğrudan devletin güvenlik güçleriyle çatışmaya başlaması 1984'deki meşhur Eruh saldırısı.
Türk güvenlik güçleri için bu alışılmadık bir terördü, çünkü tümüyle kırsal alandaydı. Oysa gerek polis ve gerekse Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bütün altyapısı şehirlerdeki terörle ilgiliydi.
Kırsaldan istihbarat yapmak da, örgütün içine ajan sokulsa bile o ajandan anlık nokta istihbarat almak da imkânsız değilse bile çok zordu.
Ama ne yapacaksınız, istihbarat var veya yok, bu verilmesi gereken bir mücadeleydi; terörün eylem yaptığı alan itibarıyla da mücadeleyi esas olarak Jandarma ve ordu veriyordu, verecekti.
Terörle istihbarat desteği olmadan savaşmak mümkün değil. İşte bu eksiği gidermek için, bu konuda pek bir bilgisi ve tecrübesi olmayan bir kurum, jandarma biraz da el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştı.
Ahmet Cem Ersever gibi 'vatan kurtaran aslan'lar o dönemde öne çıktılar, yaptıkları önerilerle veya kimseye sormadan uygulamaya koydukları yeni yöntemlerle PKK terörüyle mücadelenin doğasında büyük belirleyicilik elde ettiler. JİTEM o dönemin bir sonucudur, 'itirafçılar' o dönemin istihbarat arayışlarının sonucudur, faili meçhul cinayetler, Hizbullah, PKK'nın para kaynaklarını keseyim derken bir mega mafya oluşturmanın eşiğine gelinmesi o dönemin sonuçlarıdır.
Bugün ortaya çıkan Ergenekon'u, Susurluk'u tam olarak kavramadan çözmeye imkân olmadığı gibi, PKK terörünün Türkiye'yi kolayca darbe ortamına sokan 'Halaskar zabitan' üretimine yaptığı katkıyı anlamadan da Türkiye'de siyaseti anlamaya imkân yoktur.
Ergenekon, bu anlamda, bir yanıyla, 'silahşor' ihtiyacını o 'vatan kurtaran aslan'lardan sağlıyordu, aynen Susurluk'un şilahşorlarını özel harekâtçı polisler, eski ülkücüler ve mafya arasından seçerken yaptığı gibi.
O yüzden Ergenekon ile PKK bir madalyonun iki ters yüzü gibi. Daha doğrusu şu: PKK olmasa, Ergenekon kendine daha zor zemin bulurdu, silahşor bulurdu, silah bulurdu. Ama Ergenekon olmasa da PKK olurdu, vardı da zaten, yalnız PKK bir süre sonra Ergenekon'unu da oldururdu.
Sanıyorum bu gerçeğin en çok farkında olanların başında Ergenekon'cular geliyordu. Yarın öbür gün Ergenekon ile PKK arasında ilişkiyi ortaya koyan doğrudan veya dolaylı belgeler ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım o yüzden.
Kaynak: Radikal