Artık sadece ABD'yi etkilemekten çıkıp dünyaya yayılan finansal piyasalar krizi tartışma konusu olmaya devam ediyor. Kriz devam ettikçe elbette tartışmalar da sürecek. Sürmesinde çok fayda var.  
  
Tartışmalarda, haliyle, esas olarak, iyi bir ekonomik modelin ne olduğu ve piyasa-devlet ilişkisine nasıl bakmak gerektiği ele alınıyor. Bu konularda benimsenen pozisyonlar, ideal piyasa ekonomisiyle piyasayı tamamen kaldırmayı hedefleyen mutlak komuta ekonomisi arasında salınıyor. Şüphesiz, tam bir komuta ekonomisini, insanlığın 20. yüzyıldaki piyasa karşıtı faşist, sosyalist ve nasyonal sosyalist sistem tecrübelerini yok saymadan ve de ahlâka ve akla elveda demeden savunmak çok zor. Zor, ama imkânsız değil. Nitekim, biraz dolaylı da olsa, komuta ekonomisi çağrısı yapanlar var. Bu kimseler, piyasayı savunanları "liberal müminler" diye adlandırma nezaketsizliğini gösterseler de, sağduyularını tamamen yitirmedilerse, eminim, bir gün, anakronik ve gayri medeni bir pozisyonu savunduklarını anlayacaklardır.

Neo sosyalist aydınların devlete yeryüzü tanrısı muamelesi yapmaktan bir an evvel vazgeçmeleri entelektüel sağlıkları için de gereklidir. Bu yolda atmaları gereken ilk adım, yüksek sesle ve öfkeli tonlarda piyasa ekonomisi eleştirileri yapmakla yetinmeyip kendi müstakbel modelleri üzerinde de kafa yormaya başlamaktır. Daha önceki yazılarımda dile geirdiğim temel soruları cevaplayarak işe başlayabilirler. Bir kere daha sorayım. Piyasada iktisadî faaliyet yürüten aktörlerin bilgisine, iyi niyetine ve meziyetine güvenmiyorsak, güvenemiyorsak devlet memurlarının ve politikacılarınkine nasıl ve niçin güveneceğiz? Üretim araçlarında özel mülkiyeti kaldıracak veya disfonksiyonel hale getireceksek ekonomide hayatî önem taşıyan müşevvik ve dağıtım meselesini nasıl çözeceğiz? Bu sorulara anlamlı, mantıklı, tatminkâr cevaplar vermedikçe neo sosyalistlerin piyasa ekonomisi eleştirileri fazla değer taşımayacaktır.

Piyasa ekonomisini savunup müdahaleci olmak

Komuta ekonomisi hayranları bu sorular üzerinde düşünürken biz sahnenin öbür tarafına ışık tutalım. Orada da ilginç tipler var. Bunlardan bazıları hem piyasa ekonomisini savunduklarını söylüyor hem de piyasaya müdahale edilmesini istiyor. Piyasa iktisadiyatı bilgilerinin kısıtlılığı her tezlerinden fışkıran bu kimseler, özellikle finans piyasalarının başıboş bırakılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bundan, tuhaf şekilde, iki şey anlaşılıyor. Bir: Bu kimseler, devlet tarafından regüle edilmezse finans piyasalarında kural olmayacağını düşünüyorlar. İki: ABD'de finans piyasalarının kontrolsüz, yani devlet kontrolünden azade olduğunu sanıyorlar. Dolayısıyla da krizi devletin değil, piyasaların yarattığını iddia ediyorlar. Dilin kemiği yok elbette, ama bizim de her iddiaya inanma mecburiyetimiz yok. Her iki tez de yanlış. Bir Marksist veya bir Keynezyen bu izah tarzını kabul edebilir, ama piyasa ekonomisi geleneğinden gelenler bu izahları yeterince ikna edici bulmazlar. Öyle olduğunu sananlara da kanıt sorarlar. Bu kanatta yer alan daha ilginç bazı tipler de var. Bunlar, anlaşılan, benim gibi engelsiz bir piyasa ekonomisi isteyen ve piyasa ekonomisini aynı zamanda insan hakları, adalet ve özgürlüğün de ön şartı olarak görenlerin ısrarlı piyasa ekonomisi savunusunun kendilerinin garip, ne deveye ne de kuşa benzeyen konumlarını açığa çıkarmasından rahatsızlık duyuyorlar. O yüzden, benim gibilerin pozisyonunu akıllarınca "ideolojik/totalojik" olarak etiketleyip kendilerinin eklektik, oportünist, ilkesiz ve güce-modaya teslimiyetçi tavrını aklamaya ve liberal diye pazarlamaya çalışıyorlar. Bu arkadaşlara da bir hatırlatmada bulunmalıyım. Elimizdeki bütün maddî bilgiler gösteriyor ki, finansal piyasalar krizi ABD devletinin önce Amerikalılara, sonra insanlığa armağanıdır. Devlet müdahaleleri ve devletin parayı ve kredi piyasalarını manipüle etme çabaları yüzünden çıkmıştır. Finansal piyasalardaki ana kredi kuruluşları da, türevler üzerinden işlem yapan kuruluşlar da, bunlarla iş yapan müşteriler de ABD devleti tarafından yanıltılmıştır. Sizin sandığınız üzere finansal piyasaların devlet tarafından bütün muhtemel hataları ve başarısızlıkları daha başından önleyecek şekilde regüle edilmesi zaten imkânsızdır. Devlet her halükarda birkaç adım geriden gelmeye mahkûmdur. Devlet çarpıtması olmazsa bu tür krizler ya hiç doğmaz ya da çok büyümeden piyasa aktörleri tarafından fark edilir ve söndürülür.

Bir kere daha altı çizilmelidir ki engelsiz piyasa ekonomisi bir idealdir. Bugün dünyanın hiçbir yerinde böyle bir model yoktur. Büyük entelektüel otorite sahibi liberal iktisatçılar bunu kriz çıktıktan sonra söylemeye başlamamıştır. On yıllardır söylemektedir. Aynen krizin gelmekte olduğunu yıllardır söyleye geldikleri gibi. Bugünün dünyasında (Küba, Kuzey Kore gibi) birkaç ülkede komuta ekonomisi diğer ülkelerin hepsinde karma ekonomiler vardır. Her yerde devletler ekonomik hayata haksız ve yersiz müdahalelerde bulunmaktadır. Engelsiz piyasa ekonomisini savunanlar hiçbir zaman piyasa ekonomisinin tam ve mutlak zaferini ilan etmemiş, aksine, bu tarz iddiaların gerçeğe değil, bir halüsinasyona dayandığını ısrarla vurgulamıştır.

Aslında ekonomik sistemler üzerinde yürüttüğümüz tartışmalar sadece ekonomik hayatla ilgili değildir. Ekonomik sistem tercihinin sosyal, ekonomik, siyasî ve hukukî hayatta da yansımaları vardır. Bununla neyi kastettiğimi daha iyi anlatmak için, önemli bir iktisatçının, Richard M.Ebeling'in görüşlerine başvurmak istiyorum. Ebeling'e göre engelsiz bir piyasa ekonomisi şu şekiz şartın sağlanmasına bağlıdır: Bütün üretim araçları özel mülkiyete tabidir. Üretim araçlarının kullanımı onların özel sahiplerinin kontrolü altındadır. Bu özel sahipler bireyler veya birey birlikleri (şirketler) olabilir. Üretim araçlarının nasıl kullanılacağını tüketici talepleri belirler. Rekabetçi arz ve talep güçleri tüketim mallarının fiyatlarını ve emek dahil üretim faktörlerinin fiyatını belirler. Bireylerin ve birey birliklerinin başarısı, işletmelerinin yaptığı kâr veya zarar tarafından belirlenir. Kâr ve zarar onların rekabetçi piyasalarda tüketicilerin ihtiyaçlarını tatmin etme derecelerine bağlıdır. Piyasa yerli işlemlerle sınırlı değildir, dünya ölçeğinde serbest ticareti ve insanların dünyada serbestçe dolaşmasını da kapsar. Para sistemi piyasaca belirlenmiş bir mala (mesela altın veya gümüşe) dayanır ve bankacılık sistemi özel ve rekabetçidir, devlet tarafından ne kontrol edilir ne de regüle edilir. Devlet faaliyetleri hayat, hürriyet ve mülkiyetin korunmasıyla sınırlıdır.

Dünyadaki hiçbir ekonomi bu şartları karşılamamaktadır. Dolayısıyla engelsiz bir piyasa ekonomisi yoktur. Bir müdahaleci ekonomi ise şu şartlara dayanır: Üretim araçlarının özel mülkiyeti siyasî otorite tarafından sınırlanmıştır veya daraltılmıştır. Üretim araçlarının özel sahipleri tarafından kullanımı devlet yasaklamasına konudur veya regülasyonuna tabidir. Üretim araçlarını kullananlara yalnızca tüketici talepleri tarafından rehberlik edilmesi engellenir. Devlet, tüketim mallarının ve emek dahil üretim faktörlerinin fiyatlarının oluşumunu etkiler veya kontrol eder. Devlet, başarı ve başarısızlıkta arz ve talebin etkisini azaltırken kendisinin piyasa gelirleri üzerindeki etkisini fiyatlama ve üretim regülasyonları, piyasalara giriş özgürlüğünü sınırlama, doğrudan ve dolaylı sübvansiyonlar ve gelirin yeniden dağıtımı gibi yollarla artırır. Potansiyel yabancı rakiplerin iç piyasaya girişi yasaklar, gümrük vergileri veya kotalar yoluyla engellenir veya zorlaştırılır. İşgücünün seyahat özgürlüğü engellenir veya kısıtlanır. Para sistemi devlet tarafından neyin para olarak kullanılacağını, paranın değerini ve paranın ne kadar artacağını veya ne kadar azalacağını belirleme amacıyla regüle edilir. Bu yolların hepsi istihdam, hasıla ve büyümeyi etkilemek için araç olarak kullanılır. Devletin rolü hayat, hürriyet ve mülkiyeti korumakla sınırlı değildir.

Ya piyasa ekonomisi ya barbarlık!

Dünyanın birçok ülkesinde bu şartların birçoğu aynı anda hayat bulmaktadır. Dolayısıyla dünyaya egemen olan model engelsiz piyasa ekonomisi değil devlet güdümlü karma ekonomidir. Bir başka deyişle, müdahaleci ekonomidir. Şimdi ekonomik modellerin siyasî, hukukî implikasyonlarından bahsedebiliriz. Burada müdahaleci ekonominin şartları olarak sayılan yedi madde devlet tarafından ancak ve ancak cebir aygıtları istihdam edilerek gerçekleştirilebilir. Devlet ya çıplak şiddet uygulayarak ya da şiddet tehdidi kullanarak bu maddeleri hayata aktarabilir. Bunların gerçekleştirilmesiyle ilgili faaliyetlere "kamu politikası" denilmesi bu yüzdendir. Buna karşılık burada tanımlandığı biçimiyle piyasa ekonomisinin 8 şartı ancak ve yalnızca şiddetin sınırlanmasıyla ve insanlar arasında gönüllü, barışçıl işbirliğiyle gerçekleştirilebilir. Piyasa zora, zorbalığa dayanmaz.

Dünyada ağır basan ekonomik sistem karma ekonomi olduğuna göre ne yapacağız? Bir piyasacı liberal için bu sorunun cevabı gayet basittir: Karma ekonomilerin zenginlik ve özgürlük üreten, adaleti yaygınlaştıran, hukukun hakimiyetini kuvvetlendiren, erdemliliği teşvik eden parçası olan piyasa ekonomisi tarafını genişletecek ve takviye edecek; piyasanın yaptığının tersini yapan, yani fakirlik, adaletsizlik ve tahakküm üreten müdahaleci ekonomi tarafını olabildiğince, yapabildiğimiz kadar daraltacak ve tasfiye edeceğiz. Neo sosyalistlerden bir sloganı ödünç alarak yazıyı noktalayayım: Ya piyasa ekonomisi ya barbarlık...
 
Kaynak: Zaman