Pervez Müşerref, 11 Eylül olaylarının hemen ardından U dönüşü yaparak Talibana verdiği desteği kesmek zorunda kaldığında Pakistan'daki pek çokları derin bir rahatlama nefesi aldı. Asker yöneticinin bu dönüşü, aşiret bölgelerinin ağır ağır Talibanlaşmasını korku içinde izleyen liberal ve seküler Pakistanlıları, fundemantalizmin yayılmasını hükümetin artık durduracağı ümidine sevketmişti. Heyhat, meğer boş ümitmiş.
Washington'ın "terörle savaşına" sahte bağlılık gösteren Müşerref, el Kaide ve Taliban arasında ince bir ayrıma gitti. Yabancı bir liderliği ve küresel bir gündemi olan el Kaide'nin peşini bırakmadı. Bir çok üyesi öldürüldü veya yakalandı ve bohça yapılıp Guantanamo'ya gönderildi. Ancak Talibana karşı resmi politika, son sekiz yıldır kasıtlı olarak muğlak bırakıldı. Taliban nasıl ki kurulduğu 1996 yılında Pakistan istihbarat servisi tarafından beslenip büyütüldüyse aynı şekilde Pakistan'ın elit istihbarat servisi tarafından her daim gizlice silahlandırılmış, korunmuş ve ona rehberlik edilmiştir.
Batılı müttefikler 2001 Aralık ayında Afganistana girdiklerinde Taliban parçalanmış ve dağıtılmıştı. Amansız hava bombardımanı ve Kuzey İttifakı askerleri tarafından bozguna uğratılmış ve Pakistan'ın aşiret bölgelerine sığınmışlardı. Sığındıkları bu yerde batılı güçlerin ve Pakistan ordusunun erişim dışında kalmışlardı.
Federal olarak yönetilen aşiret bölgeleri geniş bir özerkliğe sahip ve kaza yetkisi sınırları dışında bulunuyor; cirgalar olarak bilinen, yaşlıların ve köy meclislerinin yürüttüğü aşiret kanunlarıyla yönetiliyorlar.
Buradaki güç boşluğunu avantajına kullanan Taliban, bu bölgeye sığındı ve eğitim kampları kurdu. Mâli kaynakların çoğu sınırın hemen öteki yakasındaki Afganistan eyaletleri Helman ve Kunarda üretilen afyon ve eroinden sağlandı. Kabil'de zayıf bir hükümetin bulunmasından dolayı uyuşturucu üretimi hızla arttı ve Taliban'ın kasaları parayla doldu. Çok fakir bir bölgenin iş bulma ümidi olmayan genç savaşçılarına günlük 5 dolara ödendi; koalisyon askeri öldürdüklerinde ikramiye aldılar.
Sınırın Pakistan yakasında bir dizi aşırı gruplar vardı ama bugün, Beytullah Mesud'un liderliğindeki Tehrik-e-Taliban Pakistan adı altında çabalarını birleştirdiler. Geçen Aralık ayında Benazir Butto'nun öldürülmesinin arkasında Beytullah Mesud isminin olduğu yaygın bir kanaat. Yaklaşık 1.000 Pakistanlının hayatını kaybettiği intihar saldırılarını Pakistan Talibanı (TTP) ve onun Pakistan'daki müttefikleri düzenlediler. Başbakanın aracına karşı İslamabad'ın sıkı koruma altındaki güzergâhlarından birinde düzenlenen son saldırı, ne kadar rahat hareket edebildiklerini göstermektedir.
Müşerref, sıkı bir şekilde korunmasına rağmen en az üç kez hedef olmuştu. Üzücü olan ise silahlı kuvvetlerde ve istihbarat servisinde bulunan Taliban sempatizanlarının sayısı. Güvenilir kaynaklara göre emekli olmuş ordu ve istihbarat subaylarının bir çoğu aşırı gruplara yardım ediyor.
Çatışmayı değerlendirirken Batılıların gözardı ettiği unsurlardan birisi etnisitedir. Bütün bir Taliban, fiilen Peştun'dur ve sınır bölgelerinin neredeyse tamamı Peştunlardan müteşekkildir. Hakikat, Peştunlar, Pakistan'ın en büyük etnik grubudur; aşiret bölgesinin ve Kuzey Batı Sınır Eyaleti'nin tamamı yine fiilen Peştun'dur. Pakistan ordusunda, polis teşkilatında ve de bürokrasisinde güçlü bir şekilde temsil edildiklerinden dolayı onları düşman olarak tasvir etmesi zordur. Aşiret üyeleri, eğreti bir şekilde tanımlanmış sınırın her iki yakasına hiçbir engelle karşılaşmaksızın geçip gitmektedirler; serbet geçişi sınırlandırma teşebbüsleri ise dirençle karşılanmaktadır.
Aşiret bölgelerinde düzenlenen askeri operasyonlar, muhafazakâr grupların düzenlediği protestolara neden oluyor. Amerikan özel kuvvetlerinin düzenlediği son saldırılarda çok sayıda kadın ve çocuk öldürüldü ve sonuç olarak Washington'la askeri bağlarını koparması için hükümet baskı altına alındı.
Talibana karşı daha etkin bir cevap verilmesinin önündeki bir başka engel, Pakistan'ın Hindistan kaygısıdır. Ordu subaylarına Pakistan'ın gerçek düşmanının dev komşusu olduğu öğretildi her daim; ve yarım milyonluk ordunun mevzilendiği hat, bu doktrini yansıtmaktadır. Askerler, Pencap ve Sind düzlüklerinde yapılması muhtemel konvansiyonel bir savaş için eğitiliyor. 11 Eylül'den sonra yaklaşık 80.000 asker Afgan sınırına kaydırıldı ancak sızmaları önlemek için bu sayı bile yeterli gelmedi. Pakistan askeri planlamacılarının şu an ki kâbusu, Afganistan ve Hindistan arasında kurulabilecek muhtemel bir askeri ittifak. Pakistan ordusu, böylesi bir ihtimali saf dışı bırakmak için Talibanı elde tutmak istiyor ve bu yüzden onları ezip geçmiyor.
Son olarak, Pakistan, gerçek düşmanın kim olduğu hususunda fikri birliği henüz sağlamış değildir. Müşerref, Ağustos ayında görevden çekilene kadar medyada, Amerika'nın kirli işlerini yapan ve kendi halkını öldüren Bush'un köpeği olmakla suçlanıyordu sürekli.
Pakistan televizyonları, müslümanlara karşı savaş vermesinden dolayı uzman denilen kişilerin hükümeti eleştirdikleri bol miktarda sohbet programları yapıyor. Aynı müslümanların yüzlerce masum Pakistanlı ve Afganlının ölümünden sorumlu olduklarını ise rahatça göz adı ediyorlar.
Yeni seçilen hükümet, Müşerref sonrası Pakistanda doğru adımı atmak için çabalıyor. İki büyük partinin kurduğu koalisyon çoktan bozuldu. Navaz Şerif, Taliban'la savaşmak yerine konuşmayı tercih ettiğini belli etti. Ancak Benazir Butto'nun dul eşi ve şu an Pakistan devlet başkanı olan Asıf Zerdari, denetimi ele geçirmekle tehdit eden teröristlerle savaşacağını duyurdu. Zerdari, Washington Post'ta geçenlerde yayınlanan bir makalesinde bunun "Pakistan'ın ruhu adına savaş" olduğunu yazmıştı. Apaçıktır ki kaybetmenin bedelini Pakistan'ın ödeyemeyeceği bir savaştır bu.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın