Sean BW Parker
"Başını örten Müslüman bir İngiliz kadını olarak, İngiltere'de başörtüsüne olumlu bakıldığını görmekten hususi suretle gurur duydum. Başörtüsünü ne tür niteliklerle ilişkilendirdikleri sorulduğunda araştırmaya katılan İngilizlerin üçte biri güven ve cesaret, %41'i ise özgürlük cevabını vermiş. %37'si ise başörtüsünün Avrupa kültürünü zenginleştirdiğini ifade etmiş." Muslims: Beyond the Caricature (Müslümanlar: Karikatürün Ötesinde), Shelina Zahra Janmohamed, The Guardian, 7 Mayıs 2009.
"Hıristiyanları gerçekten de kıskanıyorum. Müslümanları da kıskanıyorum. Böylesine emin olmak harika bir şey olmalı… Bize bir iyilik yapın. Bunu atlayıp geçin." Robert Wyaat, Song: Be Serious (Ciddi Olun), Albüm: Comicopera, 2007.
Bayan Janmohamed'in yukarıda verdiği istatistik oranlarının çok daha dünyevi bir okumasını yaptığımızda, başörtüsünü İngilizlerin yaklaşık %70'inin utangaçlık ve korku, %60'ının baskı ve yaklaşık %65'inin de "Avrupa kültürü"nün değerini düşüren bir unsur olarak gördüğü sonucunu çıkarabiliriz. Bu konuda olumlu olmaya çalışmak iyi bir yaklaşım olabilir ancak gerçekleri de görmezlikten gelmememiz gerekir. Avrupa toplumlarının "yerli" halkları, İslam ile ilgili mevcut yanlış bilgilendirme barajı yüzünden, başörtüsünden dehşete kapılmış durumdalar. Psikedelik İngiliz folk şarkıcısı Robert Wyaat'ın yukarıda bir alıntısını yaptığımız şarkısının sözlerinin, ortalama İngiliz bakış açısını çok daha doğrudan bir biçimde yansıttığından kesinlikle emin olabilirsiniz. İngiltere ateist bir ülkedir, bunun nedeni de orijinal bilimsel üretim yapan güç merkezlerine sahip olmasıdır. İngiltere'den bir arkadaşıma hangi dine mensup olduğu sorulduğunda "İngiltere Kilisesi" cevabını vermişti. Aynı kişiye Tanrı'ya inanıp inanmadığı sorulduğunda ise yanıtı elbette hayır olmuştu.
Bundan dolayı Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas "McNewnasty" Sarkozy, sanki Fransız oyuncu ve yönetmen Mathieu Kassovitz'in filmi La Haine (Protesto, 1995)'i seyretmemiş gibi, uluslararası kültürel hassasiyetin sıcak korları üzerine titizlikle basıyor ve İslam dünyasına, kadınlarının burka, nikap gibi mukaddes kıyafetlerinin ve diğer türden peçelerinin Fransız topraklarında kabul edilmeyeceğini söylüyor. Şahsen, üniversiteye kişisel tercihlerinin bir parçası olan her hangi bir dini sembol ile gelen kişilerin, iki-üç yıllık bir yüksek eğitimin ardından büyük olasılıkla bu sembolleri kullanmaktan vazgeçeceklerine her zaman inanmışımdır. Zira üniversiteler insanların özgür oldukları yerlerdir ve bu herkes için geçerlidir. Fakat görünen o ki Bay Sarkozy aynı şekilde düşünmüyor ve ona göre hiç de oraya uymadığı halde Elysees Sarayı'nın önünden tek başına geçen bir kadının giyim tercihinden rahatsızlık duyuyor. O halde Sarkozy, seküler Fransızların hassasiyetlerini dokundukları gerekçesiyle toplumun çok küçük bir kesiminin giyim kuşam hakkına dahi izin veremiyor iken, -güya büyük- ülkesinde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik içinde yaşadığına nasıl güvenebilir? Barthes, Foucault, Camus ve Sartre mezarlarında ters dönüyorlardır herhalde.
Daha önce hep söyledim ve bundan sonra da tekrar tekrar söyleyeceğim: Rahatsızlık duymanın sorumluluğu, rahatsızlık duyandadır. Hayal gücünüzün zayıflığına ya da gerçek demokratik hakların takdir edilmesi için gereken alanı vermekteki başarısızlığınıza diğer insanların ister istemez otomatikman saygı göstereceğini sakın beklemeyin. Hakim olan demokrasi kavrayışınız her ne olursa olsun, buradaki esas mesele tercih özgürlüğüdür. Ve Batı'daki bir devlet birilerine ne tür bir tercihte bulunması gerektiğini söylemeye başlarsa, büyük atılımlar yanlış yöne gidecek demektir. Özgürlük ve demokrasinin nasıl uygulanacağına dair şahsi hisler mevzubahis olamaz zira bunlar tamamen kişisel tercihlerdir. Buradaki temel sorun, herkesin kendi zehrini tercih edebilme ve tabii ki onu içebilme özgürlüğüdür.
Dünya Bülteni için çeviren Burcu Anatay