Ülkede şu an adeta iki savaş var. Biri PKK ile Kuzey Irak'ta, diğeri üniversitelerde. Başörtüsü yasakçıları ile özgürlük yanlıları arasında.
Her ikisi de çetin geçiyor. Türkiye'ye iki savaş fazla. Allah'tan Irak'tan gelen haberler Türk askerinin zafere doğru yürüdüğünü gösteriyor. Kamplar, karargâhlar dört bir yandan çembere alınmış durumda. Çıkış mümkün değil. Terör örgütü, tarihinin en ağır darbesiyle karşı karşıya. Bir daha belini doğrultması güç.

PKK için Kuzey Irak artık yaşanmaz bir bölgeye dönüşüyor. Etkisiz hale getirilen sadece sayıları 200'e yaklaşan sıradan terörist değil, elebaşıları da devre dışı. Yok oluşa doğru hızla gidiyor örgüt. Tam bir bozgun hali. Neylersin ki, savaşın kaçınılmaz sonucu şehit cenazeleri yürekleri dağlıyor. Ateşin yaktığı sadece düştüğü yer değil, bütün vatan sathı. Devletin zirvesinden sokaktaki vatandaşa kadar şehitler için gözü nemlenmeyen yok.

Başörtüsü yasağının sürmesi adına verilen mücadele de savaş gibi. Bir hakkın elde edilmesi için değil, başkasının özgürlüğünü engellemek için verilen savaş bu. Yasağın devamı için. Özgürlük mücadelesi ne kadar güzelse yasaklar adına sürdürülen savaş o kadar çirkin. Devlet ve kurumlarını bir yere kadar tolere etmek mümkün. Sivil toplum örgütlerini veya özgürlüğe karşı çıkan toplum kesitlerini anlayabilmek güç olacak...

Bu manzara, dünya siyaset tarihinde bir ilk olmalı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün anayasa değişikliğini kara harekâtının başladığı gün onaylaması eleştiri konusu oldu. İlk gün onaylasaydı çok acele ettiği, küçük bir grubun itirazlarını hiç dikkate almadığı söylenecekti. Operasyondan bir iki sonra imzalasaydı, 'şehitler gelirken sırası mı?' denecekti. Cumhurbaşkanı mini paketi ne zaman onaylasa eleştiri konusu olacaktı. Gül'ün, imzalamadan önce, TOBB üzerinden zemin yokladığı da anlaşıldı. 'Acaba son dakikada uzlaşma sağlanabilir mi?' diye.

Rifat Hisarcıklıoğlu'nun parti liderleri arasında yürüttüğü mekik diplomasisi sonuçsuz kaldı. CHP yasak dışında bir çözüm yoluna yanaşmadı. Bugün üniversitelerde yaşanan tam bir kargaşa. YÖK'ün genelgesine rağmen rektörlerin büyük bölümü yasağı sürdürmekten yana. Yasalarda hiçbir karşılığı bulunmayan yasak, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesine dayanan bir YÖK genelgesiyle başlamıştı. Şimdi yine bir YÖK genelgesiyle kaldırılıyor. Olağan olan da bu değil mi? Buna rağmen başı kapalı kız öğrencilerin bir kısmı yine üniversite kapılarından dönüyor.

Meclis'ten rekor oyla geçen anayasa değişikliğini kale almayan rektörler var. Yasa koyucunun 10 ve 42. maddelerdeki düzenlemeyi hangi amaçla yaptığı konusunda hiçbir tereddüt yok. Nitekim bu husus, madde gerekçelerinde açıkça yazılı... Buna rağmen sanki hiç değişiklik yapılmamış gibi davrananlara ne demeli? Anayasa değişikliği laf olsun diye mi yapıldı? Yasaktan yana olanlar ayrıca yasa değişikliği istiyor. Bu talep iyi niyetten yoksun, kesinlikle çözüm arzusundan kaynaklanmıyor. İstenen, yasağın yargı yoluyla daha da kemikleşmesi... Bu, daha kötüye gidiş demek. Başlanan noktanın da gerisine düşmek demek. MHP yasa değişikliğinde ısrarlı. Devlet Bahçeli, dün parti grubunda AK Parti'ye yaptığı çağrıda karmaşaya son vermek için YÖK Kanunu'ndaki ek 17. maddenin yeniden düzenlenmesini istedi. MHP iyi niyetli. Bundan hiç şüphem yok. Ancak yasakçıların beklediği de işte bu. Son sözü Anayasa Mahkemesi'ne söyletmek. Aman dikkat.

Ters bir sonucun altından sadece MHP değil, hiç kimse kalkamaz. İyi niyetle çözüm arayanlar için anayasa değişikliği kâfi. İşi yokuşa sürenler için ne yaparsanız yapın, söz konusu maddeyi ne şekilde yazarsanız yazın durum değişmeyecektir. Bunu görmek için nahoş süreçleri illa yaşamak mı gerekir?

 
Kaynak: Zaman