Özbekistan’da serbest seçimler veya muhalefetin meydanlara inmesi, medyada görüşlerini ileri sürmesi, bir gazete veya dergi çıkarması imkanının bu ülke insanları için hayal olduğunu yazının ilk bölümünde dile getirmiştim. Bütün bu olanlara karşı, ülkenin önünün açılması, ekonomiden ticarete ve oradan insan haklarına kadar her noktada ilerlemeyi sağlayacak en makul yol olan demokratik açılımın sağlanmadığı, her tür talebin baskı altına alındığı ve yönetim karşısında halkın kendisini savunmayı sağlayacak her tür hak arama hakkı engellendigi görülmektedir.

Özbekistan'da asıl sıkıntılı konu, yönetimle işbirliği yapanlar dışında herkesin aşırılık ve radikalizmle mücadele edildiği iddiası adıyla "potansiyel suçlu" olarak görülmesidir. En basit bir eleştiri bile hapishaneye gönderilmek için bir sebep olmakta, mahkum edilen yakınlarının akıbetini soranlar da kamu gücünün tehdidi altında kalmaktadır. Muhammed Salih ve Murat Juraev gibi muhalefet liderleri ya zindana atılmış veya zorlukla yurt dışına kaçmaya imkan bulabilmiştir. Muhalifler bazen de akıl hastalığı iddiasıyla itibarsızlaştırmakta, insan hakları aktivistleri kolaylıkla terörist ilan edilmektedir.

Ülkede sosyal medyayı kullanmak dahi, siyasi açıdan tehlikeli ve şüpheli görülmekte, ayrıca kullanıcılar takip altında tutulmaktadır. Çünkü Özbek yönetimi, ‘sosyal medya’yı alenen suçlarken, çocuklarını "aşırılık yolsuzluk, ahlaksızlık, dış güçler ve terörizmden" korumak için sosyal medyadan uzak tutmaları için ailelere çağrıda bulunmaktadır. Bütün bu Sovyet tarzı antidemokratik tarz, Özbekistan yönetimi tam bir doğulu, baskıcı bir uzak Asya ülkesi görüntüsü vermektedir. Bu durum, Özbek halkına en yakın millet olan Uygurlara Çin’in yaptıklarının bir derece hafifini Özbek yönetiminin kendi halkına reva gördüğünü ortaya koymaktadır.

Buraya kadar ana hatlarıyla çizdiğimiz bu iç karartıcı tablo yanında, Özbekistan'da özellikle dini hak ve özgürlüklere yönelik saldırıya dönüşmüş olan ihlallerin daha da dikkat çekici ve sistemik olduğunu söylemek gerekir. Bugün bir inancın pratiğine yönelen neredeyse her eylem suç olarak kabul edilmektedir. Bu noktada Özbekistan’ın Çin’i açık şekilde örnek aldığı ve hatta hak ihlalleri konusundaki Çin’e karşı dünyanın takındığı sessizliğinden cesaret aldığı söylenebilir.

Uluslararası Kuruluşlar da bugüne kadar yayınladıkları bir çok raporda bu ülkede bütün inançlara karşı bir tahammülsüzlük ve baskı olduğunu kaydetmektedir. Bu ülkede müslüman ve Hıristiyanların ibadet özgürlüklerinin olmadığı, ifade özgürlüğünün ise en sert şekilde sınırlandırıldığı farklı raporlarda bildirilmektedir.

Bunlardan en bilineni, Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütüdür ve geçen yıllarda da olduğu gibi 2016 Raporunda da, Anayasaya aykırılık ve ekstremizm (aşırılık) adı altında şu anda en az 12.000 insanın hapishanelerde tutulduğu, bu uygulamaların sadece Müslümanlara değil, idari suçlamalar olarak keyfi şekilde Hıristiyanlara da yansıtıldığı aktarılmaktadır. Konu Müslüman halka geldiğinde, bu acımasızlık sahipsizlik dolayısıyla kat be kat artmakta ve Özbek vatandaşları günlük olarak ağır insan hakları ihlallerine maruz kalmaktadır. Anlaşılan o ki, insan hakları hukuku tabiriyle "idari uygulama" yani planlı ve sistemik hak ihlalleri devam edegelmektedir.

Kadınların sadece kamu alanlarında değil, artık halk pazarlarında bile başlarındaki örtüyü çıkarmaları resmi makamlarca istenmekte, kadınlar zorla karakola getirilmekte ve ciddi şekilde tehdit edilerek ceza kesilmektedir. Bu tür uygulamaların yaşlı kadınlara kadar yapılmaya çalışılması, durumun geldiği noktayı göstermektedir. Örneğin bir bayanın kimliğindeki başörtülü fotoğraf için savcılığa sorgulamaya çağırılması, evindeki herhangi bir eski dini kitap bulunduran kişilerin gözaltına alınması, çocuklarını bayram namazına götüren ailelerin tutuklanması, doğumevlerindeki ebelerin başörtüsü giymesinin yasaklanması, gençlerin camiye gitmelerinin veya umre ve hac için yurt dışına çıkmalarının yasaklanması, din ve vicdan özgürlüğü ihlaline dair ilk akla gelen uygulamalardır. Ayrıca, ticaret veya eğitim gibi herhangi bir sebeple yurtdışına çıkmak isteyen kişiler için prosedürler de oldukça zorlu bir süreci gerektirir. Anlaşılan o ki, Özbekistan’da Sovyet dönemi ve mantalitesi adeta hız kesmeden devam etmektedir.

Bütün bunlara rağmen, bölgenin kalbi olan Özbekistan'daki gelişmeler ve onun hemen yanıbaşında Tacikistan'da insan hakları ile ilgili ortaya çıkan problemler gündemde her nedense, çoğu kez birkaç küçük haber olarak yer almakta veya gündemde tutulmamakta, gündem yoğunluğu içerisinde derhal unutulup gitmektedir.

Bütün bu yapılanlarla açık hedefin, sabırlı, derin irfan sahibi, onurlu ve medeni Özbek halkını kendi kültürü dışında baskıyla zamanla evirerek kendine yabancılaştırmak ve ülkeyi 1930-40’lar arasındaki rejim modellerinin uyguladığı gibi bir sosyal ‘mühendislik müzesi’ olarak sürdürmek olduğu anlaşılmaktadır.

Özbekistan üzerinden resmetmeye çalıştığımız bu vahim tablonun benzer şekilde tarih boyunca aynı kaderi paylaşan komşu Tacikistan'ın da sorunu olduğunu bir sonraki yazıda aktarmaya çalışacağım.