Trakya ve Kafkasya sınırlarımız güvenlidir, oturmuştur, kökleşmiştir. Kafkasya ve Balkanlar belli bir istikrara kavuşmuştur çünkü. Ortadoğu'da ise istikrarsızlık ve çatışma vardır. Araplar arasındaki sınırlar bile cetvelle çizilmiştir ve oturmamıştır.

Türkiye'ye yönelik tehditler de Ortadoğu'dan geliyor!
Bekaa Vadisi on yıllar boyunca Türkiye'ye her türden terör ihraç etti! Bugün de etnik milliyetçi tehdit Ortadoğu'dan geliyor.

İslamcı militanizmin de İsrail militarizminin de gıda kaynağı, Ortadoğu'daki Filistin meselesidir. Türkiye, Ortadoğu'daki süreçlerde etkili roller alabildiği ölçüde kendi güvenliğini ve geleceğini de güçlendirmiş olacaktır.
Türkiye'nin 1960'ların sonundan itibaren Arap ve İslam dünyasına açılması doğru bir başlangıçtı.
Bugün hangi temel sorunumuz vardır ki, Ortadoğu'nun ya rolü ya da çözüme katkısı önemli olmasın?!

Özgün model
Ankara bir süredir Doğu-Batı trafiğinin kavşak noktası haline gelmiştir.
Bunun en iyi örneği, Ankara'daki Şimon Peres ve Mahmud Abbas buluşmasıdır.
Başka hangi ülke bu bölgede böylesine tarihi bir buluşmanın ev sahipliğini yapabilirdi?
Türkiye'nin yaratıcı bir projesi olan "Ankara Platformu", çatışmalı sorunların çözümünde özgün bir modeldir: Uluslararası katılımlarla, Batı Şeria'da on bin kişinin çalışacağı organize sanayi bölgesi inşa edilecek, Türk, Yahudi ve Arap işadamları ortak şirketler kuracak! Bunu hem İsrail hem Filistin otoriteleri destekliyor!
Bu projenin uygulanmasını TOBB'un üstlenmesi başlı başına dikkat çekici bir olaydır. Piyasa ekonomisi ve dışa açık büyüme sayesinde Türkiye'de girişimci orta sınıfın ulaştığı ekonomik kudreti Rifat Hisarcıklıoğlu Filistin meselesinin çözümüne taşıyor.
Tabii Arapların ve Yahudilerin güvenini sağlayan Türk diplomasisinin oluşturduğu siyasi zemin üzerinde...

Rol almak...
Ortadoğu'yla ilgili bütün süreçlerde Türkiye'nin rolü artıyor. Annapolis zirvesine 30 ülkeyle beraber Türkiye'nin de davet edilmesi elbette yeterli değildir!
Filistin-İsrail barış sürecinde "Kuartet" denilen ABD, Rusya, BM ve AB dörtlüsüyle birlikte bölgesel aktörler olarak "Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün" üçlüsü önemli bir ağırlığa sahiptir. Ankara, Ortadoğu'da artan ağırlığına paralel bir tarzda dördüncü ülke olarak rol almak istiyor. Resmen ilan etmediği amacı budur.
Suudi Kralı'na olağanüstü ilgi gösterilmesi bu siyasete denk düşüyor. Kral da Türkiye'den yapılan ziyaretlere üst düzey veya protokol dışı uygulamalarla özel yakınlık gösteriyor.
Arap dünyasındaki rekabet dengeleri, Ankara ile Riyad'ın uzlaşmasını kolaylaştırıyor; Mısır'la o kadar kolay olmuyor mesela.
Cumhurbaşkanı Gül, "Üçlü"ye katılmaya zemin hazırlamak gibi doğru bir amaçla da olsa, Kral'a ilgisinde ölçüyü kaçırdı mı?
Bir diplomata göre:
- Yabancı devlet başkanının ülkemizde ağırlandığı her yer 'rezidans'tır. Camlı köşk veya otel fark etmez. Cumhurbaşkanı, konuk devlet başkanını 'rezidans'ta ziyaret edebilir.
Ama üçlü fotoğraf yok mu; hakikaten hoş değildi...
Herhalde asıl konuyu, Ortadoğu süreçlerinin Türkiye için güvenlik ve gelişme bakımından hayati derecede önemli olduğu gerçeğini gölgede bırakmamalı protokol sorunları...

Kaynak: Milliyet