Fakat medyanın günlük katliama dair verilen haberleri tazelemenin yeni yollarını bulması zor. Resimler ve fikirler her gün aynı vahim hikâyeyi anlatıyor, aynı korkunç sorular soruluyor: Biz ne yaptık, ne başlattık böyle ve nasıl sona erebilir? Bu bizim savaşımız, bizim döktüğümüz kan; ABD'nin pervasız işgalini desteklemek ve iç savaşı engelleyememek adına... Fakat öyle ya, haberler yeni olmalı, bu yüzden de Iraklı ölümleri artık ön sayfalardaki yerini koruyamıyor.
Bu hikâyeyi de duymuştuk...
Savaş Britanya ulusunun öncelikli kaygıları arasında da yer bulamıyor: İnsanlar, savaştan daha çok terör saldırılarından korkuyor. Belki de kamuoyunun kayıtsızlığı, Irak'taki aşırılıkçı grupların diğer Iraklıları katletmesinden, bizim askerlerimizin elinde ölenlerinse çok daha az sayıda olmasından kaynaklanıyor. Hangi nedenle olursa olsun, bütün bu yaşananlar karşısında ne dehşetin ne de ulusal utancın esamisi okunuyor. Halbuki sadece çarşamba sabahı ölen sıradan Iraklıların sayısı, savaşın başından bu yana ölen Britanya askerlerinin tamamından daha fazlaydı.
Kamuoyunun ölüme yaklaşımında artan bir izansızlık var; bizi ilgilendirmesi gereken ölümlere karşı tuhaf bir kayıtsızlık bu, sapıkça bir görmezden geliş. Gündelik ölümü reddetmenin kıyısında gezinen bir tür tiksinti ve korku.
Virginia Teknik Üniversitesi'nde de ölüm adına iyi bir hafta yaşandı. Bağdat'ta patlayan bombalardan daha kestirilemez bir 'haber' olduğunu pek söyleyemesek de, basının ilgisi daha fazlaydı. Birinci ve ikinci günde BBC, yazılı basın gibi çarşaf çarşaf haberler yayımladı. Fakat bu 32 ölü öğrenci de benzer bir trajediler kortejinin peşine takıldı: Katilin bir diğer aklını yitirmiş yalnızdan ibaret olduğunu öğrendiğimiz andan itibaren düşünülecek başka ne olabilirdi ki? Neticede Dunblane, Güney Kore, Japonya, Tazmanya ve başka yerlerde de yaşanan, rutin okul delisi intikamlarından biriydi bu da.
Amerikalıların silah düşkünlüğü Avrupalılar için merak konusu. Fakat Ulusal Silah Birliği'ni de bilen bilir: Al Gore bile 'Uygunsuz Gerçek' filminde, silahları hakkında hayranlıkla konuşarak sıradan biri olduğunu kanıtlamak zorundaydı. Esas meseleye en iyi yazar Lionel Shriver temas etti: Uğruna insanları öldürdükleri o narsist fantezileri yayımlayarak başkalarının onları taklit etmesine niye izin veriliyordu? Virginia'daki çocuğun gururlu görüntüleri isminin ilelebet yaşayacağı anlamına geliyor; bu da Amerikalı askerlerin ölme gerekçelerinden daha güçlü bir motivasyon.
Ölüm ve yasa yönelik yaklaşımlar, genç ölmek daha nadir hale geldikçe tuhaflaşıyor. Ölüm riskine yönelik orantı duygusu zayıflıyor; insanlar daha geç yaşta ölmelerine karşın, ölümün kaçınılmaz olduğu hissiyatı aşınıyor. Her ölümü kaçınılabilir sayma, her kazayı bir rastlantı olarak reddetme ve görevli doktorun yakasına yapışma eğilimi söz konusu. Kamuoyu da, modern tıbbın ölüme dayattığı uzatılmış ıstırap gerçeğiyle yüzleşmeye cesaret edemiyor. Kendi başlarına veya yakınlarının başına gelmedikçe insanlar, morfinin veya geçici tedavilerin her zaman acıyı hafifletebileceğine dair mutlu hayallerle yaşıyor. Bu safsatanın anlamı da, birçoğumuzun mezara işkence tezgâhından geçerek gireceğimiz, zira kendi seçtiğimiz bir zamanda yasal ölme hakkını talep edemeyeceğimiz anlamına geliyor.
İnsanlar artık ölüme ve ritüellerine nasıl yaklaşacaklarını bilmiyor. Dini inancın terk edilmesi, ille de mantığa sarılmak demek değil. Bir süredir vücut parçaları, tuhaf bir yeni fetişizm çerçevesinde marazi bir önem kazandı. 1970 ve 1980'lerde ölü Sellafield işçilerinden alınan gizli biyopsilerin hikâyesi orada çalışanlar için ilginç ve potansiyel olarak korkutucu, zira raporlar hiç yayımlanmadı. Fakat aklın terk edildiği yerde, hikâyenin ölenlerin yakınları ve medya için odak noktası şu 'şok edici' keşifti: Cesetlerden çoğunlukla küçük parçaların, bazen de bütün olarak organların çıkarılması, bu insanların eksik gömüldüğü anlamına geliyordu. Alistair Darling 30 yıl önce kaybolan organlarla ilgili soruşturma açıldığını ilan etmek zorunda kaldı, 'yerel nüfusun dokularına plütonyum nüfuz ettiğine dair alarm verici kanıtlar bulunduğunu' değil.
Irak'ta ölenler bize ait
Bu, tuhaf bir biçimde son dönemde tıp dizilerine gösterilen ilgiye de uyuyor; beyinleri terazilerde tartan, karındaki organları en ince ayrıntılarına dek gösteren patologları izliyoruz. Tüm bunlar Alder Hey Hastanesi çocuklarıyla başladı. Anne-babaların dayanılmaz evlat acısının yerini, nasıl da bir organını kaybetmenin öfkesine bırakabileceğini anlamak kolaydı. Fakat bu, insan uzuvlarının kutsallığına yönelik yeni bir yaklaşım doğurdu: Organların noksan olmasının cennete gitmeyi zorlaştırdığı, saçma dini tarikatların bir fetişinden ibaret olsa gerekti. Giderek daha fazla insanın sevdiklerinin küllerini boyunlarına asmak için pırlantalara koydurması başka nasıl açıklanabilir?
Sokak lambalarına iliştirilmiş kâğıt çiçek demetleri, trafik kazalarının yılda 3 bin insanın canını aldığına ve bu yüzden hız yapılmaması gerektiğine dair faydalı bir hatırlatma. Aleni ve mevcut bir tehlike olarak trafik, terörizmden dolayı çok daha az sayıda Britanyalının öldüğü düşünüldüğünde, çok daha güçlü bir korku kaynağı olmalı halbuki.
Ölenler için anıtlar dikiyoruz bir de. Hayatı hatırlatması açısından iyidir, ama giderek her yere yayılıyorlar. Bali'de havaya uçurulan 28 Britanyalı için Dışişleri Bakanlığı'nın dışında, çok güzel bir noktaya dikilmiş kocaman bir anıt var. Her biri trajik ölümlerdi elbette, ama savaş anıtları ortak ulusal amaçlar için ölen görevlileri hatırlamak için değil midir? Her ölüm için kamusal bir alana 'beni asla unutma' anıtı dikersek, ülke kısa süre sonra bir nekropole dönecek.
Benim asıl itirazım estetik değil, kaybedilenlere dair hissedilen acılara da diyecek bir şeyim yok. Korku ve ölüme karşı izansız bir yaklaşımdan söz ediyorum. Aşırı bireyselliğe dayalı bir çağ, her ölümün bireysel olarak tanınmasını, kolektif önemine bakmaksızın özel yas tutmayı talep ediyor. Ne idüğü belirsiz bir çılgının Virginia'da işlediği cinayetlerin tüyler ürpertici ayrıntılarına karşı sergilenen neredeyse pornografik heyecan dehşet vericiydi. Irak'ta bu hafta ölenlerse tek tek durup düşünmemiz gereken insanlar, çünkü onlar bize ait. (20 Nisan 2007)