Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya’da işlenen cinayetlerin “gayr-ı Müslimlere karşı eylem” diyebileceğimiz ortak özellikleri var. Belli ki ister politik ister sosyo-kültürel sebepler dolayısıyla olsun, giderek tahammül sınırlarını aşan, hoşgörüsüz ve şiddet yüklü bir iklime doğru itiliyoruz. Özellikle bazı çevreler, bir takım unsur ve imajları abartarak, toplumda panik havası yaratmaya çalışıyor ve bundan politik veya bürokratik rant elde etmeye çalışıyorlar.
Gayr-ı Müslimlere karşı hoşgörüsüz ve saldırgan tutumun kültürel, tarihi ve aktüel sebepleri üzerinde durulabilir. Durulmalıdır da. Fakat bu olayların maddi ekonomik tetikleyici sebeplerini de ihmal etmemek lazım. Varlıkta ve insan hayatında tek başına iş gören ve işleyen faktörlerden çok, birden fazla faktörün bileşenlerine bakmak gerekir. Aksi halde olayları tek boyuta indirgemiş oluruz, bu da bizi yanıltır, olayın özünden uzaklaştırır.
Bugün dikkat çekmek istediğim husus, son yıllarda artan ekonomik yoksulluk, işsizlik, istihdam daralması ve umutsuzluğun sebep olduğu suç oranlarındaki artıştır. Ocak ayında Emneyiet Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı “suç raporu” (Radikal, 31 Ocak 2007) bize ilginç ipuçları vermektedir. Rapora göre:
- 2006 yılında mala karşı suçlar 2005'e göre yüzde 64 oranında artmış;
- Bu artış kişiye karşı suçlarda yüzde 61 olmuş;
- Evden hırsızlık olaylarındaki artış yüzde 59 olmuş;
- Kapkaçta artış ise yüzde 70 olarak gerçekleşmiş.
Hırsızlık olaylarının yalnızca yüzde 11'i aydınlanmış, kapkaç olaylarının ise yüzde 19'unun faili yakalanmış.
'Kişiye karşı suçlar' terimi olayın vahametini göstermeye yetiyor: adam öldürme, yaralama, tehdit, rehin alma, ırza geçme gibi olaylar bu kategoride sıralanmış bulunuyor. 'Mala karşı'nın içine ise hırsızlık, gasp, yağma, kundaklama gibi suç teşkil eden fiiler giriyor. Yüzde 60-70’lik oran elbette çok düşündürücü. Hakikaten toplumsal olaylar ile suç oranları arasındaki bağıntı üzerinde çalışan uzmanlar, bunu bir toplumun başına gelebilecek bir felaket olarak görebilirler. Durum hiç de tolere edilebilecek gibi değil. Anlaşılan şu ki, olağanüstü bir durum var, bu da suyun altındaki bir gelişme ile toplumun toplum olmaktan çıkması sürecini yaşıyor olmamızdır. Bu rakamların ekonomik anlamı önemlidir. Şöyle ki:
SSK kayıtlarında yer alan sigortalı sayısı 8 milyon 200 bin kişi. Bunların yüzde 82’si yani 6,5 milyon kişi asgari ücret üzerinden gösteriliyor. Bu rakam asgari ücret almayıp sigorta primi asgari ücret üzerinden yatırılan 3,5 milyondan fazla kişi olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun 2007 rakamlarına göre 403 Yeni Türk Lirası (2007 asgari ücreti) alan kişi sayısı 3 milyon 150 bin kişi civarında olduğu yönünde.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de yoksulluk sınırında bulunan kişi sayısı 14 milyon 581 bin kişi. Açlık sınırında bulunan kişi sayısı ise 623 bin kişi.
Sendikaların açlık ve yoksulluk sınırı konusunda birleştikleri rakamlar ise; Açlık sınırı 628,75 YTL, yoksulluk sınırı 2 bin 48 YTL. Geçen sene Diyanet İşleri Başkanlığı, “memurlara zekat verilebileceği” yönünde bir görüş beyan etti. Bunun anlamı memurların yoksulluk sınırı veya bu sınırın altında yaşadıkları hususunun zekat nisabı temel alınarak dile getirilmesidir.
Dünyadaki genel yoksullaşmaya paralel olarak Türkiye’de de yoksulluk artıyor. Bölgeler, sınıflar ve ülkeler arasındaki eşitsizlik tahammül sınırlarını aşıyor. Durum düzelme yönünde herhangi bir umut vermiyor, tam aksine daha da kötüleşiyor. Bunun yansımaları sarsıcı olmaktadır.