Biz aldanmış olabiliriz ama Beşşar Esad aldanmadı.
O, Suriye kimyasal silah kullanırsa ABD'nin buna karşılık vereceğine dair Barack Obama'nın geçen sene yaptığı uyarıdaki yapmacıklığı hemen yakaladı.
"Kırmızı çizgi" Suriyelilerin kimyasal silahlarla öldürülmesinin kabul edilemez olduğu ama onları başka şekillerde öldürmenin iyi olduğu manasına geliyordu. Esad da buna uygun şekilde o zamandan beri 30 binden fazla Suriyeliyi katletti, tam da hesap ettiği üzere Washington'dan çok az tepki geldi.
O, bu sırada siviller üzerinde küçük miktarlarda -Beyaz Saray'ın haziranda teyid ettiği üzere "birçok kez"- kimyasal silah denedi, bunlar yanına kâr kaldı. O da bunu, bu silahları küçük ölçekte kullanabileceğine dair bir ruhsat olarak algıladı.
O bu kez çarşamba günü bunu büyük ölçekte kullandı, 400 ila 1.400 arasında kişiyi boğarak öldürdü. Dehşet sadece Obama'nın daha önceki "endişe" ve "derin endişesini" "çok ciddi endişe" olarak güncellemesine ve olayı "çok sıkıntı verici" ilan edip "Amerika'nın dikkatini gerektirebileceğini" ifade etmesine yol açtı -eylem değil, sadece dikkat.
Bu, Esad'ın hesabını doğruluyor: Kimyasal ve biyolojik silahlarına dair Amerika'nın endişesinin, bu silahların Suriyeli sivillerde yol açtığı tehlikeyle alakası yoktur. Washington hep bu silahların sadece bölgedeki müttefiklerine karşı kullanılıp kullanılmamasına ve Esad devrilirse bu silahların radikallerin eline geçip geçmeyecek olmasına dikkat etti. Ama Esad bu silahları sıkı kontrol altında tutsa ve sadece kendi vatandaşlarına karşı kullansa ABD başka tarafa bakar.
Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey'in ay başında söylediği de aşağı yukarı buydu: "İsrail, Ürdün ve ABD arasında en büyük iş birliği, potansiyel kimyasal tehlikeyi ve bunun nerede olduğunu tespit etmek, Suriye rejiminin niyetlerini belirlemeye çalışmaktır."
Biraz şüphe kalmışsa Obama cuma günü o şüpheleri de giderdi: Amerika'nın "milli menfaatlerinin özü" sadece "kitle imha silahlarının yayılmadığından emin olmak ve müttefiklerimizi koruma ihtiyacıdır."
Ne eksiği, ne fazlası.
Bu, Amerika'nın bir başka savaşa, Irak ve Afganistan'daki zehirli hatıralar göz önüne alınınca özellikle de Müslüman bir ülkeyle savaşa karışmasını istemediğini söylemiş olan bir başkan için anlaşılabilir bir durum olabilir. Amerikan halkı da 11 Eylül sonrasındaki savaş yanlısı tutumunu geride bırakmış görünüyor. Çoğu NATO ülkesinde de öyle. Bunların hepsi bozulan ekonomilerine odaklanmış durumda.
Bu yeni tecritçilik, Obama'nın demokrasi ve evrensel insan hakları konusunda giderek yükselen söylemlerini gülünç hale getiriyor.
Bu aynı zamanda Amerika'nın dünyadaki nüfuzunun azaldığını da teslim ediyor. ABD artık acımasız bir diktatör tarafından (Rusya, İran ve Hizbullah'ın desteğiyle) Suriye'de yapıldığı ya da Mısırlı generaller tarafından (Suudi Arabistan ve diğer petrol zengini despotların desteğiyle) seçilmiş cumhurbaşkanının devrilip destekçilerinin katledilmesinde olduğu üzere ciddi uluslararası hukuk ihlallerine meydan okuma kapasitesine ya da ahlaki cesarete sahip değil.
ABD Suriye üzerinde hiç bu kadar çok avantaja sahip olmamıştı. Mısır konusunda da çok avantajı vardı ama Obama bunları zayi etti.
Sonunda o, Mısır'da bahtsız, Suriye'de de çaresiz hale geldi.
Mısır'da tüm tarafların Amerika'yı suçlamasıyla teselli buldu: "Biz Mursi'nin destekçileri tarafından suçlandık. Biz diğer tarafça da suçlandık." Bu aynen doğru değerlendirme yapamayan gazetecinin, haberdeki tüm insanların çılgın olduğu gerçeğine sığınması gibidir.
O Suriye konusunda ikiyüzlü hale geliyor: "ABD'nin Suriye'de mezhepçi, girift bir problemi bir şekilde halledebileceği görüşü mübalağalıdır."
Bu görüş ilk kez Dempsey tarafından ifade edildi: "Bu, tarihi, etnik, dini ve aşiretlerle ilgili husumetler yayan bölgesel bir ihtilaftır."
Suriye'de mevcut ihtilafa kadar mezhepçilik ya çok az vardı ya da hiç yoktu. Irak'ta da öyle. Her iki ülkede de Müslümanlar ve Hristiyanlar asırlardır bir arada yaşıyorlardı. Her ikisi Şii-Sünni evliliklerinin dünyada en yüksek oranda olduğu ülkelerdendi. Saddam Hüseyin ve Beşşar Esad (daha önce de babası Hafız), mezhepçiliği ülkeyi yönetmek için bir araç olarak kullanmıştı ama sosyal düzenin bozulmasıyla, 2003'ten sonra Irak'ta, Suriye'de de şimdi hizipleşme alevlendi.
Suriye ya da Mısır'da kolay bir çözüm hiç yoktu. Ama Obama'nın kararsızlığı durumu büsbütün zorlaştırdı, özellikle de Suriye'de. Onun askeri olarak müdahale etmemek için öne sürdüğü tüm sebepler, askeri müdahalede bulunmadığı için gerçek oldu.
Uzun süren bir savaş, şiddet içermeyen, demokrasi yanlısı bir hareketi, silahlı bir mücadeleye dönüştürdü, ülkeye silah ve radikal cihatçı akını oldu. Savaş, Lübnan, Türkiye ve Irak'a kadar yayıldı.
Obama, isyancılara öldürücü olmayan yardımlarla başladı. Daha sonra o, Katar, Suudi Arabistan ve diğerlerinin silah temin etmelerine müsaade etti. Şimdi de CIA, 1980'lerde Afganistan'da olduğu üzere isyancılara gizlice silah akıtıyor.
O iki sene önce kararlılıkla hareket etse ve askeri tesislerin yanı sıra Esad ve adamlarının saraylarını bombalayıp uçuşa yasak bölge tesis etseydi 100 bin Suriyeli halen hayatta olurdu. Böyle yapsaydı Orta Doğu daha iyi bir yer olur, Amerika ve müttefiklerinin çıkarlarına da daha iyi hizmet edilmiş olurdu.
Kaynak: Thestar.com
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya