Pazar yazısını hem biraz güncel karmaşanın dışına çıkarak hem de güncelin özünü kaçırmadan yazmak istiyorum.
Aktütün faciası ve skandalı, küresel kriz, iki liraya dayanan avro falan derken Türkiye yine Nobel meselesine pek ilgi göstermeden bu seneki Nobel ödülleri dönemini geçiriyor.
Zaten tarihimizde bir kez Nobel ödülünü bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kazanıyor, 2006 Nobel edebiyat ödülünü Türkiye'ye getiriyor ama adama Türkiye'yi dar ediyoruz, ülke dışına gitmek zorunda kalıyor, ülkesine döndüğü zaman da polisin ciddi koruması altında gezebiliyor.
Bugüne kadar dünyada 788 kişi ve yirmi kuruma Nobel ödülü verilmiş, bu kişiler dünyanın altın beyinleri ve bunlar arasında bizden sadece bir tek Orhan Pamuk var, bizim sözde ulusalcılarımız da tüm geri zekalılıklarını sergileyerek Orhan Pamuk düşmanılar.
Gelelim bugünkü konumuza yani içinden geçtiğimiz kriz ortamı ile Nobel ilişkisine.
Birileri böyle bir ilişki var mı diye sorabilirler ama benim naçizane kanaatim bu ilişkinin sanıldığından da güçlü ve ileride daha da güçleneceği yönünde.
ABD kökenli kriz dünya piyasalarını sallamaya başladıktan sonra piyasa ekonomisi, özel mülkiyet ve bireysel özgürlük üçlemesinden ideolojik olarak hoşlanmayan kişi ve kurumların (en doğal ve en demokratik haklarıdır) bu üçlemenin yarattığı medeniyet üzerine getirdikleri eleştiriler artmaya başladı.
Hatta bu eleştiriler kapitalizmin, piyasa ekonomisinin, özel mülkiyetin sonunun geldiği noktasına kadar uzadı.
Ama, eleştirilerin daha anlamlı ve yapıcı olabilmesi için (şart da değil, insanların saçmalama hakkı da vardır) belirli kavramların üzerine inşa edilmesi de önemli.
İçinde bulunduğumuz büyük kriz 21. yüzyılın başına rastladı ama bu asra damgasını vuracak, ekonomik büyümenin motoru olacak kavramın da innovasyon, yaratıcılık olacağı kesin.
İnnovasyon, yaratıcılık da çok pahalı bir iş ve büyük kaynak, gelenek, özgürlük ve çalışma gerektiriyor.
21. yüzyılda yaratıcı kişi, kurum ve ülkeler öne geçecek, diğerleri ise arkadan izleyecekler.
ABD ve Avrupa ülkelerine, birileri tarafından rekabet dışı siyasi modelleri daha çekici geldiği için Çin, Rusya gibi ülkeler alternatif olarak gösteriliyor ve hatta daha da ileri gidilerek 21. yüzyılın bu ülkelerin yüzyılı olacağı iddia ediliyor.
Acaba bu mümkün mü?
Bu ülkelerin bugün sahip oldukları en büyük güç gibi gözüken nüfusları ve ucuz emek gerçeği aslında bir önceki dönemin yani sanayi döneminin avantajları ve bu iki ülke o dönemde siyasi nedenlerden bu avantajlarını küresel düzeyde kullanamamışlar ve bugün için artık gecikmiş bir aşkın gözyaşlarını döküyorlar ama bilindiği gibi her kötü malın bir kör alıcısı var.
Nobel demek araştırma demek, innovasyon demek, yaratıcılık demek, özgürlük demek, cesaret demek, araştırma geleneği demek; Nobel konusunda önde olan, daha atak olan ülkeler emin olabilirsiniz 21. yüzyılda daha başarılı olacaklar yani daha yüksek bir büyüme ve daha gelişmiş bir hukuk devleti düzeyini yakalayacaklar, buna kuşku yok.
İsterseniz Vikipedia'dan 'ülkelere göre Nobel dağılımı' (Nobel list by country) listesine bir göz atalım.
21. yüzyıla damgasını vuracağı söylenen, iddia edilen Çin'in toplam sekiz Nobel ödülü mevcut, Rusya'nın ise 22 Nobel'i var ve bu nobellerin çoğunluğu da SSCB dönemine ait. Hindistan'ın da sekiz Nobel'i, Japonya'nın 15 Nobel'i var.
Gelelim içinde bulunduğumuz kriz nedeniyle çöktüğü ve dünya liderliğini Çin ve Rusya'ya kaptıracağı söylenen ABD'ye ve AB ülkelerine.
ABD'nin 307 evet yazıyla üç yüz yedi Nobel'i var.
AB ülkelerinden İngiltere'nin 113, çöken, göçen (!!!) Fransa'nın 57 (son tıp ve edebiyat nobellerini de aldılar), Almanya'nın 101, küçük Hollanda'nın 18, birilerinin bize benzettiği İtalya'nın da 20 Nobel'i var.
Ev sahibi olduğu için yazmadım ama İsveç'in de 28 Nobel'i mevcut.
Bu arada Mısır'ın da beş Nobel'i olduğunu hatırlatalım.
Bizde ise tek Nobellimiz Orhan Pamuk ancak polis korumasında sokakta gezebiliyor.
Kaynak: Star