NATO, önümüzdeki ay gelecek on yılda izleyeceği stratejiyi belirleyecek. Soğuk Savaş döneminden bu tarafa ittifakın geliştirdiği üçüncü stratejisi olacak. Sovyetlerin çökmesinin ardından 1991'de ve 1999 da kabul edilen stratejik hedefler 20 Kasım'da yapılacak zirvede yeniden belirlenecek.

Sovyetlerin dağılmasının ardından geçen sürede NATO'nun tehdit algısı da, üye yapısı da değiştiği gibi yeni durumda üyelerin ittifaktan beklentileri de değişti. 28 üyeli geniş bir uluslara topluluğuna dönüşen NATO içinde de farklı gruplaşmalar, farklı tehdit algıları olsa da Amerika tüm bunları bu zamana kadar belli bir yöne kanalize etmeyi başardı.

Geçen süre içinde Avrupa Birliği'nin Amerika'dan daha bağımsız stratejiler izleyecek güce ulaşma beklentisi büyüktü. Ne var ki AB'nin, küresel askeri krizler bir yana kendi kıtasındaki sorunlar karşısında bile müdahale edecek, ortak stratejiler belirleyip uygulayacak güçten mahrum olduğu ortaya çıktı. Ekonomik gücüne karşın hala NATO'ya bağımlı, Amerika'ya ise doğrudan kafa tutacak güçte değil. Avrupa Birliğinin askeri anlamda hareket kabiliyetinden mahrum tutulmasında Amerika'nın özel çabalarının katkısını da unutmamak gerekir. AB'nin küresel aktör olarak sahneye çıkma temayülü gösterdiği, askeri savunma gücü oluşturma planlarını uygulama niyetlerinin açık ettiği dönemde NATO'nun da genişlemesi bu açıdan manidardır. Amerika Ab üyesi olan yeni ülkeleri aynı zamanda NATO bünyesine alarak ittifakı kontrol etmeye çalıştı. Her yeni üyenin girişi AB'yi hantallaştıran bir etkiye dönüştü.

NATO içi rekabet Atlantik ve Batı Avrupa eksenli çekişmeden ibaret değil. Orta Avrupa ülkelerinin NATO'dan beklentileri ile Almanya-Fransa gibi ağır topların NATO'dan beklentileri ve bu ikilinin Rusya ile ilişkileri her zaman için eski Sovyet peyki orta Avrupalı ülkelerden farklı olması gerçeği ortaya çıkmayan başka gerilim alanlarını oluşturuyor.

 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ