Merak etmeyin; dünden kalan sözümü yerine getireceğim. Lakin, hazır aklıma gelmişken, yıllar önce yurtdışında tanık olduğum çok ilginç bir diyalogu aktarmak istiyorum.

Şarkiyat Bölümü'nde okuyan bir Türk arkadaşımız ile (ecnebi) hocası, tatlı tatlı gevezelik ediyordu...

Laf lafı açmış, mevzu, “Doğu'da mizah” konusuna gelip dayanmıştı.

İran, Mısır ve Akdeniz havzasında mizahın gelişim tarzını dillendirerek yolalan muhabbet Türkiye'ye de uğramıştı elbet.

Köy seyirlik sanatları, gölge oyunları, ortaoyunu, Karagöz, meddah falan derken, Nasreddin Hoca'dan girilip, Aziz Nesin'den çıkılmıştı.

Lafın düzünü edersek: Aziz Nesin'de mevzu biraz patinaja başlamıştı.

İyi ki de başlamıştı. Çünkü, çok ilginç bulduğum diyalog da, bu patinajdan türemişti.

Yabancı profesör, İslam, Müslümanlar ve mizah sadedinin Türkiye ayağında, Aziz Nesin'i örnek verince, oryantalistik okuyan arkadaş hemen atılmıştı:

“Ama hocam, Aziz Nesin ateistti…”

Profesör hiç önemsememişti bu bilgiyi. Sıradan bir karşı çıkışı karşılamanın rahatlığı içinde cevap vermişti:

“Olsun, ne fark eder; o Müslümanların ateisti değil miydi?..”

Bu 'anekdotu' durduk yere anlatmadım.

Sezer'de tecelli eden bazı önemli İslami hasletleri dillendiren dünkü yazımı, 'tekfir çölünde' karşılayanlar, bunun üzerinde düşünsünler istedim.

Yani, en azından, sosyolojik aidiyete biraz kafa yorsunlar.

Tekfirci trafik polisliği yapmanın şimdiye değin ümmet bilincine ne katkısı oldu Allah aşkına?!

Kardeşler!

Sezer'in dini vicdanlara hapseden kamusal alan tanımını, dahası, en temel insan hakkı olan din ve vicdan hürriyetine kısıtlama getirilmesine gerekçe üretme saçmalığını, en az sizin kadar ben de biliyorum.

Bunu bilmek, kamu malına gösterdiği hassasiyeti, şatafattan uzak durma özelliğini inkar etmeyi gerektirmiyor ama.

Bütün bunlar İslam'ın güzel hasletleri değil mi?

Dünkü yazımda, “Din ahlak değil midir?” sorusuyla, sadece ve sadece, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisini hatırlatmaktı niyetim.

Din ahlaktan ibaret değildir, diyenlerin, ahlaktan neyi anladıklarını doğrusu merak ediyorum.

Batılda ahlak olabileceğini vehmeden çarpık bir zihnin ürünü olan bu ahlak telakkisi, Nietzsche'nin sözünü ettiği, piyasada fiyatlandırılarak ölçülebilen, 'değerlerin değerinden' başka bir şey değildir.

Ne yani, pazarda, 'dindarlığın' nişanesi olarak değerlendirilen bazı hasletler iş yapıyor diye, diğer erdemler hep yetim mi kalacak?

Ayrıca, kendisinde birkaç güzel haslet tecelli eden her insanı 'dindar' ilan etme protestanlığına yüz verilmemesi gerektiği kadar, dini, bölmeli bir şekilde kavrayıp kimi hususiyetlere indirgeme entegrizminden de uzak durmak gerekmez mi?

Kardeşler!

Kimin elinde imanometre var?

Eyvallah, ameller niyetlere göredir, ama, din gününü açıkça inkar etmedikçe de (kimsenin kalbini açıp bakamayacağımıza göre) hiç kimse tekfir edilemez.

“El – Maûn” sûresinde, yetimi itip kakanın kıldığı namazdan gâfil olduğu beyan edilmiyor mu?

Ve, ölçü şu değil midir:

Kin ve husumet hangi haklı nedene dayanırsa dayansın, adaletten sapmanın bahanesi olamaz.

Demem o ki: Sezer'i sevmemek, İslam'ın kimi güzel hasletlerini (onda bile) tecelli ettiren Allah'a hamdolsun, demeye engel değil.

Kavramlaştırdığı “Yeni politik kültür” çerçevesinde çok ciddi tespitlerde bulunan Abdurrahman Arslan'ın şu ifadesine lûtfen dikkat buyurun:

“Müslüman politikacı da Müslüman olmayan insan da büyük nispette tavırlarını, hareketlerini, düşüncelerini ötekinin üzerinden anlamlandırıyor. Tavırlarınızı ötekinden korkarak kurduğunuzda yaptığınız her şeyi meşrulaştırırsınız…”

Ötekinden korkmamanın biricik yolu da, ötekinin hakkını (veya onda tecelli eden güzellikleri) teslim etmek cesaretini göstermek değil midir?

Kaynak: Yeni Şafak