Bugün Türkiye'yi bu noktaya, yani görece özgür ve demokrat bir çizgiye getiren birden fazla faktörden sözedilebilir. Ancak belki de ana faktör, 1970'li yıllardan bu yana adalet talebi, özgürlük arayışı, demokratik katılım ve haklar mücadelesi veren İslamcıların emeği, göz nuru, entelektüel çabaları ve bu çizgide ortaya çıkan Milli Görüş çizgisinde siyaset yapan partilere verdiği destektir. Onlar, İslamcıların emeklerini, göz nurunu, çektikleri çileyi inkar edip, kendilerini muhafazakarlığa ve hiçbir toplumsal destekleri olmayan birkaç liberal aydına refere etseler bile, hakikatte AK Parti'nin önünü açan temel faktör de budur. Anadolu'da bir kasaba vaizinin "Allah" demesi, zamanı gelince oya tahvil olmuştur. Takibata uğrayanları, yargılananları, hapse düşenleri, Medrese-i Yusufiye'de çürüyenleri, gece gündüz ter dökenleri, çoluk çocuğuna bile yetmeyen maşanın yarısını getirip bağışlayanları hesaba kattığımızda meselenin rengi çok değişir.
Siyaset bilimcileri, Batı'dan çevrilmiş siyaset bilimi kitapları Türkiye'de siyasetin hangi dinamik zeminler üzerinde sürüp gittiğini bilemezler, onlar tercüme düşünürler ve bu topluma da başkalarının gözüyle bakarlar. Bunun uzun uzadıya bir muhasebesini yapmak lazım, aksi halde bize musallat olan hiçbir musibetten gerekli dersi çıkartmamız mümkün olmaz, her zaman Peygamber Efendimiz (s.a.)'in uyarısına rağmen, her zaman aynı yerden, hem de bir iki kere değil, defalarca sokuluruz. Madem ki, biz "iyiliğin Allah'tan, kötülüğün kendi nefsimizden geldiği"ne inanıyoruz, o zaman içinde bulunduğumuz durumun esaslı bir muhasebesini yapmamız lazım.
İlk sormamız gereken su al şudur:
Bizim mücadelemizin ulaşacağı hedef bu muydu? Bugünkü politik ve toplumsal düzene meşruiyet ve işlerlik kazandırmak için mi bunca zahmet çekildi? Muhayyilemizin sınırları bundan mı ibaretti?
Hiç kuşkusuz Müslümanların muhayyilesi bundan ibadet değildi; 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, adalet, özgürlük ve haklar mücadelesi veren İslamcıların gelip duracakları nokta bundan ibaret olmamalıydı. Ancak yine de, olumlu olarak bir gelişme kaydedildiyse, bunda İslam davasını güden her ferdin payı var. AK Parti bu mirası kullandı, iktidara geldi ve fakat "bilinen sebepler"le İslamcılıkla ilişkilerini kopardığını ilan etti.
Bu, hiçbir şekilde hiç kimsede hayal kırıklığına yol açmamalı. Çünkü bu ülkede temel çelişkiler olduğu gibi duruyor. Dün neden şikayet ediyor idiysek, bugün de o şikayet konuları oldukları gibi duruyorlar. Özgürlük ve adalet belki her zamankinden daha çok su ve hava kadar muhtaç olduğumuz nesneler durumuna gemli bulunmaktadırlar.
Bir durum tespiti olarak şu hakikatin altını çizelim: 19. yüzyıldan bu yana sadece İslamcı siyasi ve entelektüel akım, özgürleşmenin öncülüğünü üstlenmiştir. Tabii ki bu mücadelenin maddi semeresi olacaktı. Bu semereyi, söz konusu mücadele içinde hiç yer almayanlar, aksine yer almadıkları gibi hayatları boyunca hiç riske girmeyenler ve fakat meyvenin pişmesini ağacın altında uygun bir pozisyonda bekleyenler devşirdiler, el'an devşiriyorlar. Sorun kimin devşirdiği değil, devşirmenin kendisinin sömürü fiilinin kendisi olmasıdır. Sorun, şu veya bu yönetmele, şu veya bu kadronun iktidara ulaşması değil, bizzat haksızlık ve eşitsizlik üreten bu iktidar yapısının kendisi. Bu konu üzerinde yoğunlaşmak gerekir, yoksa AK Parti şöyle yaptı, böyle yoldan saptı, bizi şöyle aldattı, artık bunu konuşmanın faydası kalmamıştır. Mevcut iktidar güçlerinin bizi marjinalleştirme, radikalleştirme gibi niyet ve hedefleri var, bu tuzağa düşmemeliyiz. Bunun için hem onlardan hem de diğer bilumum siyasi akımlardan çok daha fazla özgürlükçü olmalıyız. İslam'ın kuşatıcı rahmeti içinde biz, adaleti, hakkı ve özgürlüğü savunmak durumundayız.