Avrupa?nın geleneksel modernliği ilkesel ve kurumsaldır, yukarıdan aşağıya doğru kendini empoze eder. Amerika?nın başını çektiği küresel modernliğin; aksine, katılımcı, demokratik müzakereye dayalı, sivil, gelişmeci ve toplumların geleneklerine saygılı olacağı bekleniyordu. Bunun motivasyonu toplumsal sermaye olacaktı. Bu farklı bir modernleşme versiyonu idi ki, Müslümanlık bir yönüyle bunu amaçlıyordu. Herkeste yeni bir fırsatın doğduğu umudu belirmişti. Bununla küresel bir barış süreci başlayabilir; farklı toplumlar, gelenekler ve dinler arasında verimli bir diyalog başlayabilirdi. ?Tehdit? ortadan kalkmıştı, ama kendini 45 sene boyunca bir düşman tehdidine karşı konumlandıran Batı, bu zihinsel tutumunu değiştirmeyi başaramadı. Soğuk Savaş dönemi alışkanlıklarını, zihinsel tembelliğini, çatışmadan beslenen çıkar ilişkilerini değiştirme cesaretini gösteremedi ve bu yüzden ?yeni bir tehdit tanımı? yaptı, kendine ?yeni bir düşman? aradı. 1991 Roma NATO toplantısına buna karar verildi, 1993 İskoçya toplantısında ?İslam?ın yeni bir tehdit olduğu? ilan edildi. İşte tam bu sırada Bernard Lewis ve Samuel Hungtintong ?medeniyetler çatışması? tezini formüle edip ortaya attılar. Her şey başka şekilde olabilirdi. Modern dünya ?barışı? temel alıp yoluna devam edebilirdi, fakat bir anda ?savaş konsepti? kabul edildi. Barış temel alınsaydı, silah yerine bilgisayar satışına ağırlık verilir, bunun için de yoksul ülkelerin gelir ve eğitim seviyelerinin yükseltilmesi için küresel politikalar geliştirilebilirdi. Ama özellikle ABD, kolay, kaba, yıkıcı ve kısa vadeli kazanç yolunu seçti. ABD demokrasisi silah ve petrol şirketlerinin eline geçti; onlar için savaş ve ülke işgalleri kazanç yolu oldu. Geldiğimiz noktada şu sorulara cevap aramamız lazım: 1) Bizim gibi Batı-dışı toplumlar, kendileri kalarak veya kültürel asli kimliklerini koruyarak modernleşebilir mi? Batı modernleşmesi, bizim yaşama biçimimizi değiştirmek istiyor, kültürümüze saygı göstermiyor. Çünkü zenginliğinin devamını bunda görüyor. Ama Batı?nın refahı ve hegemonyasının devamı için gezegende farklılıklar ve çeşitlilik ortadan kalktıkça kültürün yanı başında insan ölüyor. Bütün dünya batının hegemonyası altına girdikte insan türü homojenleşiyor, tektipleşiyor ve kolayca belli başlı merkezler tarafından determine edilebiliyor. 2) Batı-dışı bir toplum Batı?nın iktisadi, politik ve kültürel hegemonyası altına girmeden modernleşebilir mi veya modernleşme sürecini kendi lehine çevirebilir mi? Yani Batı, dünyanın zenginliklerini başkalarıyla daha adil bir çerçevede paylaşmayı kabul edecek mi? ?Öteki? ile onu şeytanlaştırmadan bir arada ve kendisiyle eşit görüp yaşama iradesini gösterebilecek mi? 3) Batı-dışı bir toplum, modernleşirken modernliğin küresel krizlerinden bağımsız kalabilir, krizin bir parçası olmadan yoluna devam edebilir mi? Açık olan şu ki, modernlik kader değildir ama alternatifi onun dışına çıkmak veya kentleri terk edip dağlara çıkmak, çöllere kaçmak da değildir. Modern Batı, bütün eleştirilere rağmen beşeriyetin zengin bir tecrübesini temsil eder, bundan bigane kalamayız. Şu veya bu düzeyde bu beşeri tecrübeyle temas halinde olacağız, inter-aktif ilişkilerimizi sürdüreceğiz. (2 Nisan 2007.)