En büyük hata, birilerinin Mısır ’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki rekabetin İslamcılarla laikler veya sivil devletle din devleti projeleri arasında olduğunu düşünmesi. Aslında bu rekabet, devrimle karşıdevrim veya hayalle kâbus arasında. Tahrir’le Roxy meydanları arasında olduğunu söylersem abartmış olmam. Belki de en doğru ifade bu. Çünkü 25 Ocak’ta Tahrir’de toplananlar, tüm gruplarıyla Mısır halkıydı. Sonraları Roxy’de toplananlar, kendi arzularına, eski rejimle çıkarlarına ve irtibatlarına bağlı kalanlardı. Roxy Meydanı ‘yeni Mısır ’ın kalbinde bulunurken, orada gösteri yapanların Mübarek ve yandaşlarının bağrına çöken ve ona tutunan ‘eski Mısır ’a ait olmaları ironik. Bu grup, bir süreliğine Mübarek’in oğlunu iktidara getireceğini belirtti ve bu yönde çalıştı.
Bu yüzden Mısır ’ın yeni hayali, hâlâ Tahrir Meydanı’ndaydı ve hâlâ da öyle. Sahnenin yanlış okunması ise felaket olur; devrimin bitmesine kapı açar. İslamcılarla laikler arasında zıtlaşma olduğunu ve çekişmenin 15 ay boyunca durmadığını biliyorum. Bu çekişmenin, bazen nasıl da ‘tarafları yaralayacak’ şekiller aldığını gördük. Fakat ben, temel zıtlaşmanın, her iki akımla Mübarek rejimi arasında olduğunun altını çiziyorum; zira İslamcılarla laikler arasındaki atışmaların kaynağı, yanlış değerlendirmeler. İki tarafla önceki rejim ve yandaşları arasında yaşananlar ise daha derin ve karmaşık olup, yanlış değerlendirmeden çok uzak ve 30 yıllık despotluğun ve yolsuzluğun acılarının meydana getirdiği düşmanlığa daha yakın.

İslamcı-laik çekişmeleri
Bu açıdan İslamcılara veya laiklere dayandırılan kötülükler, önceki rejimin suçlarıyla karşılaştırılamaz. Özellikle de İslamcıların parlamento seçimlerinde çoğunluğu almasından sonra kendisini kötü biçimde takdim ettiğini inkâr etmiyorum. Ayrıca İslamcılar, önceki rejimin dayandığı korkulu söylemin hâlâ etkisi altındaki medyanın katkıda bulunduğu karalama kampanyasına maruz kaldı. Ancak önceki rejimin bizi mahrum ettiği bir demokratik dönemde, hepimizin yeni olduğunu hatırlatırım.
Mısır ’da çekişmenin din devletiyle sivil devlet arasında sınırlı olduğu da doğru değil. Zira bu utanç verici ve masumiyeti şüpheli bir kesip atma eyleminden ibaret. Bu formülün pohpohlanması, bir tür sahtekârlık.
Ayrıca bu bağlamda dile getirilen modellerin kendi mezhepsel hususiyetleri var. Sözgelimi Şiilerdeki ‘velayeti fakih’ düşüncesi veya Afganistan ’daki ‘Taliban devleti’ modeli, Mısır şartlarında kopyalanması imkânsız bir geri kalmışlık örneği. Dahası, Mısır ’da İslamcı ve laik herkesin arasında şeriat ilkelerinin yasaların mercii olmasını öngören anayasanın ikinci maddesinin korunması yönünde bir uzlaşı var. Farklı çevrelerin desteklediği Ezher belgesi, bu suni çekişmenin sürmesine alan bırakmıyor. Ezher belgesi dengeyi sağladı, dinin konumunu muhafaza eden ve sivil kurumların farklı alanlarda idare ettiği modern demokratik devletin yanında yer aldı.
Bütün bunlara ilaveten İslamcı ve laik taraflar arasında arzulanan uzlaşının sağlanmasındaki başarısızlığın sorumluluğunu, hiç kuşkusuz iki tarafın taşıdığı aşikâr. Ancak Mısır ’da son 30 yıldır siyasi çevreye hâkim olan önceki rejim, bu sorumluluğu taşıyor. Zira önceki rejimin toplumu kötü idare etmesi, demokratik katılım ve kültürün yokluğunda ısrar etmesi, siyasi güçler arasındaki ilişkilerin kötüleşmesine katkıda bulundu. İki taraf arasındaki ilişkilerin uzlaşıya değil de, kopukluk ve ayrışmaya gitmesinde rejimin çıkarı olduğu sır değil.
Ilımlı bir Mübarek’e hayır!
Bugün seçmenin mücadelesini verdiği sorun, devrimin sürmesiyle terk edilmesi ve bitirilmesi arasında seçim yapmakla temsil edilen mevcut çelişkinin özünün kavranması, önceki rejime mensup bir başka tarafa değil, devrime oy verme zorunluluğudur; ki seçmen, bu önceki rejimi reddetmiş ve bu yolda ağır bedeller ödemiştir. Bizler nihayetinde Mısır ’a kopyalanmış veya ılımlı bir Mübarek’in cumhurbaşkanı olmasını istemiyoruz. Adaylardan Hamdin Sabbahi’nin seçim kampanyasının dillendirdiği üzere, cumhurbaşkanının ‘bizden’ biri olması gerekmiyor. Çünkü daha da önemlisi, Mübarek’in ılımlı hali veya kopyası olmaması. ( Mısır gazetesi Şuruk, 23 Mayıs 2012)

Kaynak: Radikal