Hazar bir deniz midir, göl müdür, haritaya bakarken değil de kıyısı boyunca dolaşırken buna karar vermek kolay olmayacaktır. İran'ın kuzeyindeki bu denize kıyısı olan şehirleri, insanlarıyla birlikte Karadeniz'i çağrıştırıyorlar. Bu şehirlerin güneyinde ise uçsuz bucaksız kara ormanlar bulunuyor. 

  Hazar kıyılarında yer alan  Giylan eyaletinin şehirlerinde de Karadeniz'de olduğu gibi kadınlar yıl boyu daha faal görünüyor, erkekler ise kimi mevsimlerde özellikle kahvede nargile içerek tüketiyorlar zamanı. Balıkçılık dediğin buralarda yılın en fazla yarısında sürdürülebilir bir meslek. Çay bahçelerinde çalışanlar da genellikle kadınlar. 

   Bununla birlikte Reştli erkekler aşırı nezaketleriyle tanınırlar. Bu nezaketi bir hayli  çarpıtmaya meyilli fıkralar çok yaygındır İran'da. Şehrin, halkına övünç duyurtan Mirza Kuçek Han Cengeli gibi geçen yüzyılın başlarındaki Rusya-İngiltere işgaline direnmiş kahramanları var yine de. 1880 Reşt doğumlu Mirza, bastırılan Meşrutiyet Devrimi'nin ardından karanlık Giylan ormanlarına topladığı dava arkadaşlarıyla direnmiş, ülkesini işgal etmeye çalışan sömürgecilere karşı.   

  Bu bir paradoks değil. Nezaket, ince davranışlar, yiğitliğin, yürekliliğin, özgüvenin bir cüzüdür; kabadayılık ve vandallık ise dünyayı ve hayatı kendi dar bakış açısının sunduğu sahnelerden ibaret kılma telaşının biçimlendirdiği kişilik halleridir.


   Giylan eyaleti, İpek Yolu'nun bereketini üzerinde taşıdığı için de hep sınır çatışmalarının alanı olmuş. Bu yol üzerinde, Anadolu'nun ortalarından uzayıp gelen kervansaray zincirinin süreğinde sayılabilecek birkaç kervansaray bulunduğunu biliyor, bunlardan biri olan Kervansaray-ı Ber'i de yakından görmeyi umuyordum. Geçen yıl Haziran ayı ortalarında Tahran'da İstanbul Dörtyolu üzerinde bulunan Türkiye  sefaret binasının kullanıma açılışının 70. yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Büyükelçisi Gürcan Türkoğlu'nun gayretleriyle düzenlenen bir konferansta, Türkiye'den ve İran'dan geçen İpek Yolu kervansaraylarını konu alan bir konuşma da yer alıyordu. Prof. Dr. Ayşıl Tükem Yavuz tarafından verilen konferansın başlığı, Selçuklu Türkleri ve İran Kervansarayları Arasında Bir Karşılaştırma'ydı.

  Ne yazık ki Reşt çarşısının içinde kaybolup gitmiş, İpek Yolu  kervansaraylarının çoğu. 


  Giylan eyaletinden söz açıldığında Mirza Kuçek Han'la birlikte akla gelen  bir diğer isim, eyalet merkezine bağlı bir köyde dünyaya gelmiş olan, ancak 18 yaşlarındayken tahsil amacıyla annesinden izin alarak Bağdat'a göç eden ünlü mutasavvıf  Abdülkadir Geylani...  (1077-1168) Tepeleri çay bahçeleriyle yeşillenmiş Lahican şehrinde Şeyh Zahit Geylani'ye ait bir türbe-mescid varmış. Bu türbe-mescide ulaşmak üzere –sabah saatlerinde çay bahçelerine ulaşmak için yaptığımız gibi- sayısız basamak çıkıyoruz. Merdiven kenarlarında tatilini geçirmek için bu şehri seçen insanların kurduğu çadırları görmek artık şaşırtmıyor beni ve arkadaşlarımı. Benzerlerini Erdebil'de de gördüğüm tipik bir Şii türbesi: Duvarlarda Hazreti Ali resimleri. Duvar kenarlarında ellerinde tesbihle zikreden çarşaflı kadınlar. Yatırın etrafında, adak paraları. Mimarlık  öğrencisi iki genç kız, ellerinde ölçüm aletleri, plan taslaklarıyla, türbeyi ölçüp biçiyorlar. Genç öğrenciler Abdülkadir Geylani ile Şeyh Zahit arasında bir akrabalık olup olmadığı konusunda bir bilgiye sahip değiller.

  Lahican çay bahçeleri kadar pirinç tarlalarıyla da seçiliyor, bölgedeki şehirler arasında. Öğle yemeği yediğimiz Giylan Yıldızı lokantasından aklımda kalan, kurutulmuş pirinç demetlerinden yapılmış bir avize.

  Bender Enzeli'de ise Şah Rıza'nın yaptırdığı, fakat hiç görmediği, oğlu Muhammed Rıza'nın ise bir iki kere uğradığı, şimdilerde askeri müze olarak halka açılmış bulunan bir sarayı gezmeye –benzerlerini Tahran'da gördüğüm için- gönülsüzce katıldım. Yine de müzede dolaşırken not almaya değer bulduğum sahnelerle ve eşyalarla karşılaşmadım değil. Bunlardan birisi, Hitler tarafından Rıza Şah'a hediye edilen müzik setiydi.

  Salonlardaki eşyalar genellikle Rus yapımıydı. Salonlardan birinin kimyon rengindeki perdesi bir istisna olabilir. Uzaktan bakıldığında kumaş olarak olağanüstü bir özelliği bulunduğu farkedilmeyen bu perde Farah Pehlevi tarafından İtalya'dan getirtilmiş.

  Giriş katında daha ziyade eski silahlar sergileniyordu. Ağır zırhlar. Tarihin derinliklerinden günümüze ulaşmış gergedan derisinden kalkanlar. Mayınlar, kurşunlar, irili ufaklı tabancalar, toplar, tüfekler. Modası geçmiş silahlar olmalı çoğu. 

  Azeri kökenli Şah Nasreddin'in  (1848-1896) çizdiği iki muhabbet kuşunun yer aldığı bir tablo, bu şahın   yüz yılı aşkın bir süre önce İran'a sinema tekniğini ilk getiren kişi olması gerçeğini anlaşılır kılıyor. (Muhsin Mahmelbaf'ın "Sinema Aktörü Nasreddin Şah" isimli bir filmi var zaten.) Kültürle, sanatla pek ilgisi olmayan "asker" Rıza Şah'ın çalışma odasında bulunan Rus yapımı yanyana dizilmiş dört sandalye de doğrusu ya işlevleri açısından çok ilginçti. Ziyaretçilerin dimdik oturmasını sağlayacak şekilde yapılmış bu yüksek arkalıklı sandalyeler, 'hazır ol sandalyeleri' olarak bilinirlermiş.

  Despot şahların adlarının sadece müzeye dönüştürülen saraylarda hatırlandığı Giylan'da sömürgecilerin işgaline karşı direnirken acıklı bir ölümle şehit olan Mirza Kuçek Han, övünçle hatırlanan bir kahraman.

  Mirza Kuçek Han'ın direnişi ve ölümünde, apayrı bir yazı yazmayı hak edecek kadar önemli ayrıntılar mevcut.

  Reşt'in merkezinde sayılabilecek Mirza Kuçek Han Camisi'nin avlusunda Irak savaşının şehitlerinin mezarları da bulunuyordu. Yakınlarının hâlâ gülsuyu ile yıkamaya devam ettiği mezarlar bunlar. Bir şehidin mezarının başında muhtemelen annesinin hazırladığı minyatür bir düğün odası havasını yansıtan bir kutucuk gördüm. Seramikten elelele tutuşmuş gelin ve damat biblosuyla, aynalarla parlıyordu, kutunun içi.

  1991'de, bu sahile uzak olmayan Rudbar şehrinde  büyük bir deprem oldu; kırk bin kadar kişi hayatını yitirdi. Depremlerin, savaşların, göçlerin yaşattığı büyük acılara karşılık, Kiyarüstemi'nin Rudbar depreminin ardından yaptığı filmde tasvir etmeye çalıştığı gibi, "hayat devam ediyor".

  Akıp giden zaman yaraları nispeten sağaltıyor. Çay bahçeleri yemyeşil, pirinç tarlaları ekime hazırlanıyor. Hazar'ın Volga nehrinin getirdiği kimyevi atıklarla kirlenen sularından balıklar akıyor ağlara. Yol kenarlarında, parklarda erguvanlar ve nergisler nefis kokular yayarak açmayı sürdürüyorlar.