Fazıl Say; "Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30, onlar yüzde 70. Bizi dışlıyorlar." diyerek Köşk'e davet edilmediğinden yakındı. Kendini Cumhuriyetin resmî seçkini addedenler fırsat bu fırsattır diyerek derhal Say'a tepki duyanlara had bildirmeye başladılar: Say'ın endişelerini anlamalıymışız. Zira Say, türban serbest kalsın diyerek veya soykırım oldu diyerek ülkesine küfretmiyormuş.
Endişesini dile getiriyormuş. (Bu tarz cümlelerdeki ikiyüzlü ahlakçılık üzerine bugüne dek çok yazdım.) Ama büyük bir maharetle bu tür çapraz bağlantılar kurarak bizi gerçeklikten koparmaya çalışanlar bu kez de kendi bilinçaltlarındaki tortuları temizleyemediklerinden etrafa 'karanlıklarını' saçıyorlar durmadan. Karanlığınızın gözlerine bakıyorum ve soruyorum:
'Biz' ve 'onlar' şeklindeki söylemin en 'ılıman' koşullarda bile bir ayrımcılık olduğunu, kaba genellemelerle kendi halkının büyük bir kısmını düşman ilan ettiğini söylemeyelim mi? Say'ın endişesini anlamak adına: Halkı 'iyi biz' 'kötü İslamcılar' şeklinde bölmenin korku ve nefret üreten bir dil oluşturduğunu, bundan içte ve dışta kimlerin nemalanacağını sormayalım mı? "Adaletli olan değil, güçlü olan haklıdır" demeye getirmenizin altında yatan faşizanlığı her seferinde hatırlatmayalım mı?
Tesettürlülere karşı gazetelerinizde yürütülen son derece aşağılayıcı söylemler sonucu türbanlıların dükkânlarda, asansörlerde, sokaklarda sözlü tacize ve hakarete uğradığını söylemeyelim mi? Yarın öbür gün ya bir kadını sırf başörtülü olduğu için vurmaya kalkarlarsa ne olacak diyerek biz de endişelerimizi dile getirmeyelim mi? (Zaten bu konuda önceden mimli değil misiniz?) Bir kesimin 'son kalemiz' dediği cumhurbaşkanlığı makamı için 'mücadele' sürerken Türk-Kürt kutuplaşmasının nasıl körüklediğini, şehit cenazelerinin nasıl kan siyasetine alet edildiğini sormayalım mı? Yirmi yıldır bir türlü bitirilmeyen PKK ile mücadeleden hangi kişi ve kurumların nemalanmakta olduğunu da size sormayalım ve rahatça yaslanalım mı arkamıza?
Bunca zaman bu ülkenin çeşitli şehirlerindeki kiliselerde görev yapan rahiplerin iki yıl gibi kısa bir süre zarfında gençlerin intikam ve nefretini kazanması Say'ın endişelerini anlayalım diyenleri hiç endişelendirmiyor mu? Nasıl oldu da hayatında bir tek misyoner veya rahip görmüş değilken halkımızın yüzde 75'i -yapılan araştırmalara göre- en büyük tehdidin misyonerlerden geldiğine inanıyor?
Bugüne dek bu tür kutuplaşmaları besleyen en çok da sizin manşetleriniz, köşe yazılarınız ve zihni teslim alan ima dolu söylemleriniz değil miydi? Hrant Dink'in 301'den yargılanırken, asla kast etmediği bir cümle yüzünden tamamen haksız yere hedef gösterilmesinde sizin bu türden imalarla bezeli manşetlerinizin hiç mi payı yoktu? Onun katledilişi ve mahkemede birçok delilin karartılması, Hıristiyanları diri diri kesen gencin itiraf kayıtlarının hasıraltı edilişi, Şemdinli'de bomba atarken halk tarafından kıskıvrak yakalanan askerlerin tahliye edilmesi gibi konulardan hiç endişe duymamanız bizi sahiden korkutmasın mı ülkenin geleceği adına?
Neyi savunuyorsunuz? Yüzde 70'lik bir nüfus toptan tehdit olarak kabul edilsin ama banka hortumlayanlar, silah ve uyuşturucu tacirliği yapanlar, AB'yi sözde ister görünüp aslında kendi ekonomik güçlerini yitirecekler diye Türkiye'yi son derece 'karanlık' gösteren her türlü kumpası el altından destekleyenler mi yayılsın iyice koltuklarına? Bürokrasiyi çıkarlarına göre kuran yüzde 30'luk bir azınlık hep kendi sultasını sürdürsün diye gerektiğinde militarist dile sığınsın, gerektiğinde milli hassasiyetlerimizi kışkırtarak gençlerin adam kesmesine çanak tutsun.
Ama bu arada: Halkın yüzde 70'i daima mağdur edilmeye devam etsin. Mağduriyet de kendi seçkinlerini üretiyor maalesef ve kutuplaşma artıyor. Bu cumhuriyetin size verdiği nimetleri ötekiler için de isteyeceğiniz yerde cumhuriyet elden gidiyor diye kızıştırdığınız gençlerin din veya devlet adına suç işlemesine meşruiyet kazandırıyorsunuz. Acaba ne adına?
Kaynak: Zaman