Kimilerine göre medeniyetler çatışması tezi ilk kez 1926 yılında kavramlaştırılmıştır. Soğuk Savaşın bitiminden sonra iki teorisyenin elinde yeniden güncelleştirilmiştir. Birisi 2008 yılında vefat eden ve kutuplaştırıcı iki temel eser kaleme alan Samuel Huntington’dır. 1993 yılında Medeniyetler Çatışması adlı eserini kaleme almıştır. Bir dönem sonra da ‘Biz Kimiz?’ adıyla mütemmim bir kitap kaleme almıştır. Huntington’ın iki kaynağı olduğu varsayılmaktadır. Bunlardan birisi Bernard Lewis’in 1990 yılında yayınlanan ‘Müslüman Öfkenin Kökleri’ adlı makalesidir. İkincisi de Mehdi Mencere adlı Faslı düşünürün medeniyetler çatışması tezidir. Lakin iki tez arasında mahiyet farkı var. Huntington kışkırtıcılık yaparken Mehdi Mencere uyarı görevini yapmıştır. Daha doğrusu Hantington, Marksist zeminde olduğu gibi medeniyetler çatışması tezini adeta tarihi bir determinizm gibi görmüştür. Mehdi Mencere ise bunun emareleri olduğunu, gelişmemesi için önlem alınmasını tavsiye etmiştir. Kısaca bakışlardan birisi yıkıcı diğeri ise yapıcıdır. Huntington, Lewis’in tekrar güncellediği ‘Medeniyetler Çatışması’ kavramını 1993 yılında teorik bir çerçeveye kavuşturmaya çalıştı. 1950’lerde Bernard Lewis’in İslam ve komünizmi ‘totaliter ideolojiler’ olarak aynı kefeye koyduğu çalışmalarına tanık olunmuştur.

*

Medeniyetler çatışması tezini besleyen pratik hususlardan birisi 11 Eylül saldırıları olmuştur. Bu saldırılar dünyayı turlamış veya devr-i alem yapmıştır. Paris’teki 7 Ocak (2015) saldırılarından sonra bu mesele yeniden alevlenmiş, güncellenmiştir. İki açıdan güncellenmiştir. Birincisi, Paris’teki saldırıların 11 Eylül’e benzerliği üzerinde durulmuştur. Ruşen Çakır’ın yazdığına göre, Fransızların birçoğu eylemi 11 Eylül bağlamına koymuyor. Bununla birlikte İsrail televizyon kanallarından en azından bazıları Charlie Hebdo saldırısını Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak takdim etmiştir. Tartışmanın birinci boyutu 11 Eylül’e benzerlik meselesi ise ikinci boyutu da medeniyetler çatışması tezinin devamı olup olmadığıdır. İşte burada Paris farkı ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, özellikle de Yahudi aidiyetten gelen bazıları meseleyi bir medeniyet karşısında bir barbarlık meselesi olarak görmeye heves etmiştir. Bunlardan birisi de Nicolos Sarkozy’dir. Daha doğrusu hem halef hem de selef cumhurbaşkanları (Hollande, Sarkozy) her ikisi de meseleye Huntington zemininde yaklaşmıştır. Hollande ötekileştirici ve dışlayıcı barbarizmi suçlarken Sarkozy de Paris saldırılarının medeniyete yönelik barbarca bir saldırı olduğunu savunmuştur.

*

 Prof. Akbar Ahmed’in ifadesiyle, bu ifadeler tamamen bir şuuraltı boşaltımı ve Hintington tezine insiyaki bir göndermedir. Öyleyse kullanılan dilin arkeolojisini yapmalı ve kavram etimolojisi üzerinden yürümeliyiz. Bu ifadeler ne anlama geliyor veya neyi çağrıştırıyor? Bunun tarih içindeki analizini veya seyri seferini en iyi ifade edenlerden birisi uzatmalı Paris misafiri Kudsi Ergüner Bey’dir. Kudsi Ergüner Bey meseleyi derinlemesine Yeni Şafak’a analiz etmiş. Özüne inmiş. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Ötekini öğrenme yerine, kendini dayatma. Halbuki tam tersine Hollande dışlayıcı barbarizm ile kendine toz kondurmadan karşı tarafı suçlamaktadır. Ergüner Batı’nın öğrenme şevkini ve iştiyakını kaybettiğini ve çölleşmeye maruz kaldığını ifade ediyor. Bu bir yönüyle bize de bakıyor. “Paris’teki ilk yıllarımda Fransa’daki çoğu aydın, çökmekte olan kendi değerlerine bir cevap bulmak ümidiyle, diğer medeniyetlerin miraslarıyla ilgileniyordu. Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın rüzgarıyla kaybettikleri edebî, insanî ve dinî değerleri, vaktiyle yıkımına sebep oldukları diğer medeniyetlerde arıyorlardı. Fakat yeni nesil, babalarının utanç duyarak terk ettiği Avrupa merkeziyetçiliğine yeniden sahip çıkmaya başladı. Yabancı olan herkesi Roma devrinden beri barbar addeden Batı, yeniden dirildi, ufku gittikçe daraldı, dünya ile ilişkisi tek yönlü bir menfaat ilişkisine döndü.” Müslümanlara barbar diyen Sarkozy gibi liderler aslında Roma dar kafalılığını temsil ediyorlar. Medeniyeti muhtevadan şekle indirgiyorlar.

Fransa’daki saldırıların kendisini korkuttuğunu anlatan Erguner, Fransa’nın Müslümanlar üzerine uyguladığı baskı yüzünden arada kaldığını söylüyor. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sıkışıp kaldığını ifade eden Erguner, “Yalan ve uydurulmuş bir tanrıya inanmayı reddederek ‘lâ’ deyip ‘illa Allah’ diyemeyen akıllı-cahil dinsizlerle, Hakk'ı bilmesine rağmen bildiğinin gerektirdiği gibi yaşamayan Müslümanlar arasında bir tercih yapmakta zorlanıyorum” diye konuşmuştur.

Maalesef Batı ile İslam alemi arasında bu açık bir türlü kapanacak gibi görünmüyor. Ayrı vadilerde geziniyorlar. Mevcut halleriyle her ikisi de çözüm üretmekten hatta vaat etmekten uzak görünüyorlar. Garaudy’nin İslam’ın vaat ettikleri kitabında müjdeledikleriyle Müslümanların vaat ettikleri ya da yaşadıkları ve realite aynı kalıba dökülmüyor. Gerçeklerle idealler buluşturulamıyor ve aralarındaki mesafe kapatılamıyor. Bu açık da Paris saldırılarını üretiyor.