Kanunlaştırma (taknîn, codification) genellikle bir batılılaşma projesi ve bu sürecin bir ürünü olarak algılanmıştır. Halbuki bu hususta İmam Rabbani'nin Mektubat'ta kullandığı ve Bediüzzaman'ın da oradan aldığı ve sıklıkla kullandığı 'telahuku efkar/fikirlerin ve düşüncelerin birbirine eklemlenmesi' deyimi önemlidir ve meseleye bu deyimin zaviyesinden bakılmalıdır. Yani etkilenmeler karşılıklıdır ve bu meseleler medeniyetlerin miri malıdır. Herkes birbirinden almıştır. Dolayısıyla batılılaşma kompleksiyle kabul etme ne kadar yanlış ise o kaygıyla reddetme de o kadar yanlıştır.
Kur'an-ı Kerimde ifade edildiği gibi 'bidaetüne rüddet ileyna' yani 'bizim malımız ve ürünümüz bize geri döndü' kuralının işleyişinden.başka bir şey değildir. Bu noktada en bariz ve başarılı kanunlaştırma projelerinden birisi Ahmet Cevdet Paşa'nın başında bulunduğu Mecelle Komisyonunun hazırladığı Mecelle'dir.
İslam hukuku genelde fetva, kaza (akdiye) ve ahkam ile kanun boyutlarından oluşur. Ahkam kesinleşmiş hükümlerdir ve içtihad ürünü değildir. Daha alt mertebeyi temsil eden kaza ve fetva ise (bağlayıcı olmayan danışmanlık tarzında ifade edilmiş fıkhi görüş) değişkendir ve zamana ve mekana veya şahsa göre birbiriyle çelişebilir. Ahkam değişiklik arz etmese bile sınırlıdır ve dolayısıyla yeni meseleler karşısında fetva ve akdiye suretinde yeni hükümler ihdas edilmesi kaçınılmazdır. Burada içtihad aracılığıyla yeni hükümler üretilir. Kat'i ve kesin ahkam sınırlı olduğundan dolayı fıkıh bu boşluğu doldurmuştur. Lakin müftüden müftüye ve müçtehidden müçtehide fetvanın değişmesinden dolayı hukuk sahasında bir velvele ve kargaşa oluşmuştur. Bunun üstesinden gelmek için bağlayıcı üst hükümlerin verilmesi gereği üzerinde durulmuş bu da kanunlaştırma ihtiyacını tetiklemiştir. Lakin muhafazakar ulema kanunlaştırmada tahdit ve sınırlandırma ve dolayısıyla daraltma olduğu gerekçesiyle kanunlaştırmaya karşı çıkmışlardır. Bunda biraz da batılılaşma etkisine kapılma endişesi de etkili olmuştur.
Elbette Mecelle'nin hazırlanmasında biraz da modernizm dalgalarının da payı ve etkisi olmuştur. Bunu inkar etmek mümkün değildir. Lakin bu ihtiyaç İslam'ın ilk günlerinden itibaren gündemdedir ve zaman zaman da tartışmaya açılmaktadır. İslam'ın ilk günlerinde de fetva dağınıklığından dolayı kanunlaştırma ihtiyacı gündeme getirilmiştir. Günümüzde Suud Kralı Abdullah'ın reformları çerçevesinde kanunlaştırma meselesi bir kez daha gündeme gelmiş ve Suud uleması arasında tartışmalara neden olmuştur.
Tutucu ve muhafazakar alimlerden bazıları bunun batı kültürünün bir uzantısı ve ürünü oluğunu savunmuşlardır. Lakin Muhammed Bin Abdullatif Al-i Şeyh buna katılmıyor ve kanunlaştırmanın köklerini bizzat İslam tarihinde görüyor ve İslami geleneğe bağlıyor. Bu baptan olmak üzere meşhur edebiyatçı Abdullah ibni'l Mukaffa Abbasi Halifesi Mansur için yazdığı Risaletü'l sahabesinde İslam hukukunun kodifike edilmesi gerektiğini savunmuştur. Aynen Kufe ile Basra nahvilerinin (gramercilerinin) arasındaki gramer ihtilafları gibi iki şehir arasında keskin fetva ihtilafları da yaşanmakta ve bu da halkın maslahatına zarar vermektedir. Kargaşaya son vermek için fıkhi metinlerin ve fetvaların kanunlaştırılmasını istemiştir. Gerçekten de önce Kur'an toplanmış ve ardından Ömer Bin Abdulaziz'in emriyle Şihabeddin Zühri tarafından hadisler tedvin edilmiştir. Fıkıh da gönüllü ve ferdi çapta tedvin edilse bile kanun seviyesine getirilememiştir. İslam hukuku genel olarak kanunlaşmamış. İdari veya anayasal hukuk ise pek gelişmemiştir. Bunun nedeni kaynak azlığı değil uygulama üzerinden gelişme zemini bulamamasıdır.
İslam tarihinde ilk kanunlaştırma hareketlerinden birisini Harun Reşid gerçekleştirmek istemiştir ve bunu da Muvatta'nın üzerinden yapmak ister. Lakin İmam Malik haklı nedenlerle o dönemde buna karşı çıkar. Muvatta, İmam Mâlik'in sağlığında büyük bir alâka ve şöhrete ulaşır. O derecede ki, hacc maksadıyla Medîne'ye gelmiş bulunan halife Hârun Reşîd, Muvatta'yı İmam'dan dinler, çok memnun kalır ve üçbin dinar ihsanda bulunduktan sonra:
"- Bizimle beraber (payîtahta) sen de gel. Ben insanların Muvatta ile amel etmelerine karar verdim. Tıpkı Hz. Osmân (radıyallahu anh)'ın, ümmeti, (aynı imlâya, aynı lehçeye göre çoğaltılan) Kur'ân'a sevkettiği gibi, (ben de fıkıhta Muvatta yoluyla tek mezhebe sevkedeceğim)" der. Muvatta'nın Kâbe'ye asılmasını teklif eder. İmam şu cevabı verir:"
İnsanları Muvatta'ya sevketmek mümkün değil. Zira, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâb (radıyallahu anhüm)'ı, kendisinden sonra İslâm diyarına dağıldılar ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan gördüklerini, öğrendiklerini oralara götürdüler. Böylece her bölge ahalisi kendine göre bir ilmin sâhibidir. Hepsi de haktır ve hepsi de Allah'ın rızasını aramaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Ümmetimin ihtilâfı rahmettir" buyurmuştur…"
Bu cihetle kanunlaştırma yapılmamıştır lakin referans sisteminin dağınık olmaması için Baybars gibiler fetvayı ve fıkhi mezhepleri dört üzerine sınırlandırmak istemiştir. Şah Veliyullah Dehlevi daha da öteye geçerek Hanefi ve Şafii mezheplerini birleştirmek ister. Yine aynı kargaşa endişesiyle 5'inci yüzyıldan itibaren mutlak müçtehidin gelmediğine ve içtihad kapısının kapandığına hükmetmişlerdir.
Bütün girişimlere rağmen fıkhın kanunlaştırılması ilk defa Osmanlılara nasip olur. 1869 yılında Mecelle yayınlanabilmiştir. 1851 maddeden oluşan Mecelle omurgasını büyük ölçüde Hanefi mezhebine borçludur. Lakin bazı meselelerde başka mezheplere de başvurulmuştur. Hanbelilerden de Şeyh Ahmet Abdullah Kari, Mecelle'ye nazire olarak Mecelletü'l ahkam eş şer'iyye adlı eseri hazırlamıştır. Mısır'da da benzeri kanunlaştırma çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaların geçmişi epeyi eskiye uzanır.
Mısır'da da Hidiv İsmail'den beri kanunlaştırma faaliyetleri devam etmektedir. Dolayısıyla Mecelle bir batılılaşa projesi midir? Buna kesin olarak evet demek mümkün görünmemektedir. İngiltere gibi kimi batılı ülkelerde bile hala hukuk sistemi içtihadlar üzerine müessestir. Lakin genel olarak kanunlaşma bir modernizasyon ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Kadimen ve günümüzde kanunlaştırma projelerinde modernizmin etkisi olduğu söylenebilir. Lakin bununla birlikte meseleyi batılılaşma çığırına hasretmek de pek isabetli değildir.