Geçtiğimiz çarşamba günü uluslararası camianın hakiki anlamda işleyen bir uluslararası hukuka ne denli muhtaç olduğunu bir kere daha gözler önüne seren iki olayı önümüze geldi. Olaylardan ilki Mavi Marmara Gemisinde şehit edilenler için İsrail aleyhine Uluslararası Ceza Divanı savcılığına yapılan başvuru ile ilgili Divanın vermiş olduğu tutarsız karar. İkincisi ise İsrail askerlerinin Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun tabiri caizse on ikiden vuran nitelemesi ile postalları ile barbarca Mescid-i Aksa’ya girerek mihrap ve minberin olduğu yere kadar gelmeleri ve Kuran-ı Kerim mushaflarını yerlere atmaları. Mescid-i Aksa’nın yönetiminden sorumlu olan İslami Vakıflar İdaresi Müdürü Azzam el-Hatib’in aktardığına göre, 300 kadar İsrail askeri içeri girerek bu çirkin davranışı gerçekleştirdi.

İlkinden başlayalım. Uluslararası Ceza Divanının savcılığına yapılan başvuru ile ilgili verdiği kararı bir uluslararası hukuk uzmanı olarak tek kelime ile tutarsız buluyorum. Divanın kurucu metni olan Roma Statüsünde yer alan suçlar kapsamında İsrail askerinin işlemiş olduğu suçun sabit olduğunu zaten herkes söylüyordu; Divan da bunu kabul etti. Bununla birlikte özet ile şöyle bir sonuca vardı: ‘’Ölen kişi sayısı az olduğu için ulusal mahkemelerde halledilmesi gereken bir mesele var.’’ Tam bir hukuk rezaleti. Savaş suçunun işlenmiş olduğu kabul edilmesine rağmen neden Divanın yetki alanına girmeyen bir iddiadan bahsedildiğini anlamak mümkün değil.

İkinci olayı uzun uzadıya analiz etmeye gerek yok. İsrail askerinin kutsal mekana postal ile girmekten çok daha vahim olaylara imza attığını herkes biliyor. Hedef alarak çocuk öldürmek gibi.

Birilerinin ‘’hala mı uluslararası hukuk saçmalığından bahsedeceğiz!’’ dediğini duyar gibi oluyorum. Cevabım çok net. Evet, tam da bu olayları konuşurken uluslararası hukuktan bahsetmek lazım. Ama klasik üslubun dışına çıkarak.

Bilinen argümanlara değinmeye gerek görmüyorum. Şu hususa işaret etmek yol gösterici olacaktır. Hukuk bir arada yaşamanın olmazsa olmazı ise, tıpkı insanlardan oluşan toplumda olduğu gibi devletler ve diğer uluslararası hukuk kişilerinden oluşan uluslararası toplumda da hukuka ihtiyaç vardır. Aksi takdirde kaosla uğraşmak zorunda kalırız. Bu argümanın arkasından ‘’ peki ama nasıl bir uluslararası hukuk?’’ sorusu kendiliğinden gelecektir. Cevabım oldukça net: Şu anda olduğundan farklı.

Çok temel bir sav ile yola devam edelim. Hukuk, ait olduğu medeniyetin ahlakını ortaya koyar. Yani, doğmuş olduğu ve işletildiği medeniyetin kalibresini ölçmemizi sağlar. Mesela Ortaçağ Avrupasındaki hukuk cadı oldukları için bazı kadınları ve çocukları yakar, dünyanın döndüğünü söylemeyi yasaklar ve insan denilen varlığın çocukluk diye bir dönemden geçmediğini düşünerek üç yaşında şeker çalmış bir ‘’birey’’i idam eder. (Söz konusu dönemle ilgili filmlerde çocukların kıyafetlerinin yetişkinlerinkinden neden farklı olmadığını şimdi daha iyi anladığınızı düşünüyorum.) Firavunun hukuku köşeye sıkışınca çapraz şekilde el ve ayak kesmektir. Çünkü her hukuk sistemi, içinde doğduğu medeniyetin tezahürüdür.

Peki modern uluslararası hukuk için ne demek lazım? Kapitalist sistemin getirmiş olduğu kültür, ahlak ve tabii ki hukuk. Daha fazlasını demeye gerek var mı? Sınırsız ihtiyaçları sınırlı kaynaklar ile karşılamaya çalışırken aslında ihtiyacın değil ihtirasın sınırsız olduğunu göremeyecek kadar nefsine köle olmuş (zer)zevatın oluşturduğu sistemden daha iyisini mi bekliyordunuz? Velhasıl, mevcut uluslararası hukuk, şu an güçlü olan kapitalist sistemin yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kadar da haksızlık yapmayalım. Emekçisi olduğumuz bu disiplini biraz kurtaralım. Uluslararası hukuk kuralları iç hukuk kurallarından daha az ihlal edilmektedir. Ancak uluslararası hukuk ihlalleri iç hukuk ihlallerinden daha fazla ses getirdiği için uluslararası hukuk daha fazla ihlal ediliyormuş sanarız.
Uluslararası hukuka ihtiyacımız olduğu kesin. Özellikle de müslüman camianın şiddetli şekilde ihtiyaç duyduğu çok açık. Peki müslümanlar uluslararası hukuka yön vermek için bir şeyler yapıyorlar mı? Evet, hukuka yön vermek dedim. Eğer hukuk denilen sistemin yöneldiği en temel amaç adaleti tesis etmek ise, adaletin tesis edilmediği hukuk sistemine yön vermek gerekir. Bunun için de mevcut uluslararası örgütler de etkin olmak elzemdir. Mesela Birleşmiş Millletlerde. Ya da kendi kendinize etkin şekilde işleyen bir uluslararası örgüt kurmalısınız. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi değil tabii ki. Ağlamanın ve sadece kavli dua yapmanın hiçbir işe yaramadığını son yıllarda daha fazla gördük. Buna ek olarak ‘’uluslararası hukuk ne işe yarar sanki’’ şeklinde nihilist bir yaklaşımın da hiçbir şey değiştirmediğini herhalde tecrübe ettik. Latin Amerika ülkelerinin 1900’lerin başından itibaren uluslararası hukuk ile yakından ilgilenmelerinin onlara birçok diplomatik zafer kazandırdığını unutmayalım. Yetiştirdikleri devlet adamları ve akademisyenler de cabası. Tabii ki sadece ‘’okumak’’ ve ‘’okutmak’’ ile hukuka yön vermek mümkün değil. Yeri geldiğinde de masaya yumruğunuzu vurabilmeniz lazım. Bu da silah ve doğal kaynak demek.

*Yrd. Doç. Dr. /  SETA Araştırmacısı