Libya’nın, 17 Şubat 2011 de başlayan devrimden bu yana güvenlik alanındaki en kötü dönemini yaşadığını söylemek mümkün. Tarafsız uzmanların krizin doğasından çıkmak için “iç savaş” olarak adlandırdıkları savaşın sahnelerinden biri de Libya’da oynanıyor. Aslında daha önce de, İsrail’in işlediği tüm savaş suçları, “arap- İsrail” çatışması olarak isimlendirilmişti. Bu isim, Filistinlilerle İsraillileri aynı kefeye koymak için verilmişti ve biz buna alışmıştık. Ancak böylesi bir tanımlama, Libyalılara hiç uymuyor. Çünkü biz, en basit şekliyle Libya’daki çatışmayı, - tüm hataları ve dikkatsizlikleriyle birlikte- Şubat devrimcileri ile gerek bölgesel destekle gerekse körfezden aldığı mali destek sayesinde ve tüm kibriyle Libya halkının taleplerini bastırmaya çalışan devrim karşıtları arasındaki savaş olarak tanımlıyoruz.

İlk savaş, duyarsız, pervasız bir general eliyle başladı. Darbe süreci boyunca tüm askeri başarısızlıklara imza atan generalin kazandığı tek şey Amerikan vatandaşlığı olmuştu. Sonra iktidarı arzulayan Halife Hafter, Libya’nın doğusunu ve bazı büyük şehirlerini İslamcı radikallerden kurtarmak için gelen bir Mesih olduğunu iddia etti. Ancak Hafter’in başlattığı savaş sadece belli bölgeleri değil, şubat devriminin tüm saflarını kapsıyordu. Sivil, asker ya da medya.. Devrimi temsil eden ne varsa hepsine savaş açıldı.

Hafter’in Bingazi’deki birliklerinin özellikle de komandoların, silahlı örgütlerle başa çıkacak kadar kapasitesi yok gibi gözüküyor. Çünkü bu örgütlerin savaşı yönetmedeki tecrübeleri Hafter’in askerlerinden daha çok. Bingazi’deki komando birliklerine yaptıkarı baskın ve silah deposunu ele geçirmeleri bunun en büyük örneği. Diğer taraftan, Amerika ve Avrupa’nın Libya konusundaki boşlukları ortaya çıkarmaları da mümkün gözükmüyor. Hafter’in darbesini de doğrudan kınamayan Batı, Trablus’ta eski subay ve Libya meclisinden istifa eden üyesi Salah Badi’nin “Libya şafağı” operasyonuna sesini çıkaramaz. Çünkü Salah Badi’nin Trablus saldırısının arkasındaki nedenler ile Hafter’in dayandığı pratik nedenler arasında hemen hemen hiçbir fark yok.

Batının Libya konusundaki pozisyonunda bir değişiklik olmayacak gibi. Yalnızca siyasi sürece verilecek destek, parlamentoyu, anlaşma masasına oturması için çağrılar, yeni ulusal hükümetin kurulması ve anayasa yazımı için bir heyetin belirlenmesi yönündeki manevi destekler, batının Libya konusundaki pozisyonunu daha da belirginleştiriyor. Yani batı Libya’ya doğrudan askeri bir müdahaleyi asla düşünmüyor. Dışişleri bakanı Muhammed Abdülaziz’in konseyden askeri operasyon talebinde bulunması ve güvenlik konseyinin askeri müdahalede konusunda sessiz kalması, durumu net bir şekilde açıklıyor. Güvenlik konseyinin üyeleri olan büyük devletler, bu talebin Abdülaziz’in bağlı bulunduğu kabilenin hükümet üzerinde olan otoritesini korumak istediği için yapıldığını düşünüyor. Oysaki büyük devletlerin önem verdikleri şey, kabilelerin himayesi değil, yalnızca kendi çıkarları. Aynı zamanda bu devletler, askeri operasyonun siyasi sonuçlarını ve ortaya çıkacak güvenlik zaafını da görmezden geliyorlar. İdrakinde oldukları tek şey; Avrupa’nın enerji güvenliğini ve Libya’nın Arap ve Afrikalı komşularının güvenliğini tehlikeye artacak olması.

Dikkat çekilmesi gereken hususlardan biri de, Libya’da iktidarın geçiş döneminin barışçıl olması için demokratik prosedürlerin bir temel oluşturuyor olması. Uzmanlar ve analistler, Libya krizindeki temel çıkış noktasının, birbiriyle çatışan taraflar arasında kesinlikle bir diyalog olmadığı ve iletişim kanallarının kapalı olduğunun farkında değiller. Çünkü çatışmalar, devrim karşıtı olan Suud- BAE gölgesinde sürüyor. Hedef ise, tabiri caizse, Libya siyasetini bütünüyle İslamcılardan ve ulusal akımlardan boşaltmak.

Libya, devrimden parlamento, anayasa, yerel seçimler ve belediye seçimleri olmak üzere birçok seçime şahid oldu. Ancak hiç birisinde halk, kendisine layık bir temsilci seçecek bilince sahip olamadı. Bu bilinç, yıllar önce Muammer Kaddafi’nin siyaset oyununun kurallarını reddetmesi sayesinde halkın zihnine yerleştirildi. Bu reddedişten en büyük nasibi de siyasi partiler aldı. Halkın beynine yerleşmiş olan bu zihniyet değişmedikçe, geleceğin inşasında gerekli olan demokratik prosedürlerin, iç ve dış zorlukları aşmada hiçbir yardımı olamayacaktır.

Oyunun kurallarını belirlemek ve siyasi oyuncuları oluşturmak için öncelikle uzun bir diyalog kanalı oluşturmak gerek. Bunun için de tüm tarafların silahlarını bir tarafa koymaları şart. Libya’nın mevcut durumda ihtiyacı olan tek şey bu. Ancak, yalnızca çatışan taraflar arasında karşılıklı güveni tesis etmek ve iyi niyetlerle yola çıkmak yeterli değil. Tarafların tüm destekçileri arasında da yani evin içinde de güven tesis etmek gerekiyor. sivil kuruluşlar, devrim karşıtları veya Mahmud Cibril’in müttefikleri.. Her ne kadar görünürde müttefik olsalar ve farklı çıkarları bir noktada kesişse de hiç birisinin elinde Libya krizi için ortak çalışma planı veya uzlaşmacı çözümler yok. Çünkü siyasi liderlerin giderek artması, bununla birlikte her blokun görüşlerinin farklılaşması ve çatışan çıkarlar yüzünden fikirlerin de çatışması çözümün bulunması için engel teşkil ediyor.

Aynı şekilde 17 şubat tugayı da ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya. Siyasi bileşenleri ile askeri kanadı arasında acı çeken bir hasta gibi duruyor. Devrimi korumak için ortak görüşe sahip olsalar da, taraflar arasındaki ilişki halen barış ve savaş zamanında savaşı idari etmeye çalışan siyasi akıldan yoksun zihinlerin toplandığı yuvarlak masalar etrafında sürüyor.

Kaynak: Hişam el Şevli / Arabiya Cedid

Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız