ABD'deki 'İsrail Lobisi'nin gücünün sınırlarını tam olarak ölçmek çok zordur. Fakat lobinin, şahince tutumları pek çok Amerikan Yahudisinin görüşleri ve çıkarlarıyla çatışmaktadır. Peki, neden ona karşı çıkacak barışçı bir lobi yok? Nihayet ona karşı çıkacak bir lobi ortaya çıkmak üzeredir.
Ocak sonunda İsrailli romancı Abraham B. Yehoshua, ülkenin en çok satılan gazetesi Yediot Ahronot'ta, ABD'yi geçici bir süreliğine, büyükelçisini İsrail'den çekmeye çağırdığı bir makale yazdı. Yehoshua, diplomatik küskünlük hamlesinin, Amerika'nın İsrail'le dostluğunun delili olacağını söyledi.
Yehoshua, "Bunda amaç, İsrail başbakanı Olmert'in hem ülkesinin hem de uluslararası toplumun hukukunun ihlali olan ve ileri karakol olarak adlandırılan küçük Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini boşaltması için baskı olacaktır" şeklinde yazdı.
Olmert ve selefi Ariel Şaron, başkan Bush'a üç yıl içinde ileri karakolları tasfiye edecekleri sözünü vermişlerdi. Olmert, açıkça harekete geçmemesiyle ülkenin kendisini utandırdığını söyledi fakat ileri karakollardaki yerleşimcilerin şiddetli protestolarından korkuyor.
Pek çok İsrailli ABD ile iyi ilişkilere değer verdiğinden, bir Amerikan memnuniyetsizliği, Olmert'in ihtiyaç duyduğu kamu desteğini üretecektir. Yehoshua, "Eğer ABD, İsrail'in gerçek dostu ise sembolik bir protesto hareketi üzerinden ona yardım etmelidir" dedi.
Yehoshua, İsrail kültüründe devasa bir figür. Romanları, kanun hükmünde. Açık bir biçimde barışçı fakat sol ana akımın içinde. O, bütünlüklü bir Yahudi yaşamının ancak İsrail'de olabileceğini söyleyerek diaspora Yahudilerini gücendiren eski moda bir siyonist aynı zamanda. Dolayısıyla, İsrail'e baskı yapması için Amerika'ya çağrıda bulunan adam, radikal değil. (Aslında, Yehoshua'nın makalesi, İsrail'de muhtemelen niteliksiz olarak değerlendirilip hemen kamuoyu dikkatlerinden çekildi.)
Yehoshua'nın İsrail politikalarına, ABD'nin yüzeysel müdahale etmesi için bir talepte bulunması, İsrail barışçı bloğunun ümitsizliğini gösteriyordu. Solun bir zamanlar yasaklanan fikirleri -iki devletli çözüm ve yerleşimcilerin bulundukları yerlerden çıkarılmaları- şimdi saygı görüyor. Bir sağcı olan Olmert, onları destekliyor. Fakat hiçbir şey olmuyor. Neden, kanaat sahibi bir kişilik, entrika faaliyetine eğilim duymaz ki?
ABD, BM Güvenlik Konseyi'nin kınamalarını veto ederek, yardım sağlayarak, İsrail için bu rolünü bitirdi. Birileri sadece İsrail'in aslında neye ihtiyaç duyduğunu, tanrılara söyleme ihtiyacı duyuyor.
Bunu Yehoshua ile dalga geçmek için değil ona katıldığımı ifade etmek için yazdım. İlerlemeci bir İsrailli olarak ben, ABD politikasında bir değişikliği görmeyi arzuluyorum. Ben, Yehoshua ile birlikte ABD'nin yapacağı doğru hamlelerin, barışa ulaşma adına ihtiyaç duyulan adımlar için, İsrail'de halkın desteğini uyandırabileceğine inanıyorum.
Ben aynı zamanda başkan Bush'un, Yehoshua'nın tavsiyesini yerine getirme şansının olmadığına da inanıyorum. Eğer bir ABD kongre üyesi, benzeri bir öneride bulunmuş olsaydı, Amerikan İsrail Devlet İşleri Komitesi (AIPAC) kesinlikle Kasım seçimlerinde onun rakibine bağışta bulunmayı teşvik ederdi. Bu, John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt'ın İsrail Lobisi adını taşıyan ünlü kitaplarında ileri sürdükleri gibi, 'İsrail lobisi'nin ABD'nin Ortadoğu politikasının araçlarını kontrol ettiği anlamına gelmez mi?
Tam olarak değil. (Mearsheimer ve Walt'ın her ikisi de sırasıyla Chicago ve Harvard üniversitelerinden seçkin birer uluslararası ilişkiler uzmanıdırlar. Bir eleştiri ve anti-semitizm suçlamaları fırtınasına neden olan kitapları; güçlü bir 'İsrail Lobisi' tarafından güvenceye alınan İsrail için şartsız destekle ABD dış politikasının olağan yolundan saptırıldığını ileri sürüyordu. Fakat onlar bu meseleyi birkaç açıdan abarttılar. Gücünün çapı ve limitleriyle ilgili daha doğru bir fotoğraf çizebilecek olan sorgulayıcı bir araştırma yapmada başarısız olurlarken, açık bir şekilde belirtilmeyen 'lobi'ye abartılı bir güç izafe ettiler.)
Peki, tam olarak AIPAC ile ilgili ne söyleyebiliriz? Diğer küçük gruplarla birlikte AIPAC, büyük oranda ABD politikalarında, İsrail ve ABD Yahudileri için konuşan bir ses olarak görülüyor. Fakat AIPAC kesinlikle, Ortadoğu politikaları konusunda pek çok Amerikan Yahudisinden daha şahindir. Nüfuzunun derecesini tam olarak ölçmek zor olmasına karşın, bütün verilerden –özellikle de kendisine ait olanlardan- hareketle değerlendirildiğinde, AIPAC etkili bir kongre lobicisidir. Ve kendisine meydan okunduğunda, fazlasıyla hırçındır. Fakat onun, İsrail'in kısa vadeli güvenlik ihtiyaçlarına acımasızca yoğunlaşması, İsrail'in yaşayabilir bir barış anlaşmasına duyduğu uzun vadeli güvenlik ihtiyacına zarar vermektedir. O zaman neden AIPAC karşıtı barışçı bir lobi yok?
Bu soruya cevap vermeye çalışmadan önce, var olan lobilerin nasıl çalıştığını, açıkça ortaya çıkarmaya çalışmaya değer. Lobicilik perde arkasında yapıldığından, etkisi de yasamanın nüanslarından ölçülebildiğinden dolayı; ciddi bir araştırmacı, arşivler, resmi dosyalar, lobicilerle mülakatlar ve kongre çalışanları üzerinden, süreci izlemek için kazı yapacaktır. Araştırmacı aynı zamanda, lobiciliğe ek olarak, ABD'nin Ortadoğu politikasını, neyin belirlediğini de ortaya çıkarmaya çalışacaktır. Bunları düşündüğümüzde Mearsheimer ve Walt bu çalışmayı yapmada başarısız oldu.
Yayınlanan haberlerden ve -nerdeyse bütününün isim vermeden bu mesele ile ilgili konuşmada ısrar ettiği- Washington kaynaklarından hareketle düşünürsek, düzgün bir çalışma AIPAC'ın kongre üyelerini eğer İsrail'e yardım ve silahı vermeyi onaylarlarsa kampanyalarına yapılan bağışları arttıracaklarına ikna ettiği sonucuna varacaktır. Dahası bu çalışma kesinlikle politikacıların bu yardıma -örneğin İsrail'in işgal altındaki bölgelerdeki yerleşimleri için harcadığı masrafta indirime gitmesi gibi- şartlar eklemekten korktuğunu ifade edecektir.
Araştırma aynı zamanda, AIPAC'ın bazen kaybettiğini de yazacaktır. 1981'de Ronald Reagan'ı, Suudi Arabistan'a AWACS keşif uçakları satmaktan alıkoymada başarısız olduğu gibi.
Lobiciler, şimdiye kadar sadece dış ilişkileri etkileyebildiler. ABD'nin temel çıkarları, onun Ortadoğu'ya yönelik dış politikalarını belirlemektedir fakat bu çıkarlar ne açık ne de bir diğeriyle uyumludur. Problem, 1966'ya kadar başkan Johnson'ın ulusal güvenlik danışmanı olan McGeorge Bundy tarafından, 40 yıldan fazla bir süre önce, vurgulandı. Haziran 1967'de altı gün savaşı başladığında Bundy, Beyaz Saray'a geri çağrıldı. Bir ay sonra Bundy, ABD'nin Ortadoğu ile ilişkileri için dokuz sayfalık bir 'çerçeve politikası' yazdı.
Bundy doktrininin temeli şuydu; ABD çıkarları birbiriyle çelişiyor: ABD, İsrail'in yaşamasını istiyor fakat aynı zamanda İsrail'e karşı tavır koymasını isteyecek batı yanlısı Arap devletleriyle de iyi ilişkileri var. Savaş, ABD nüfuzunun sınırlı olduğunu gösterdi; Washington, İsrail'e karşı kavgaya katılmaktan Araplar arasındaki en iyi dostlarını bile vazgeçiremedi. Washington, İsrail politikasıyla uzlaşmadığında bile, Bundy, ABD'nin, İsrail'in kendisini savunmaya yetecek kadar silah vermesi gerektiğini söylüyor. İsrail yenildiğinde, ABD kendi askerlerini savaşa gönderip göndermeme konusunda 'acı ve sevimsiz seçeneklerle karşı karşıya kalacaktır.'
Kırk yıldan beridir Bundy'nin tasviri, geçerliliğini koruyor. İsrail'i güçlü tutmak onu doğrudan savunmaktan daha kolay hatta daha ucuzdur. Fakat Washington, aynı zamanda Arap müttefiklerle de uyuşmak zorunda. Bundy doktrini, Arapların ve İsraillilerin bir barış anlaşması yapmalarını sağlamanın, ABD politikasındaki çelişkileri ortadan kaldıracağını ima ediyor ve ona göre bu, İsrail güvenliğinin en iyi garantisi olacak. Bundan sonra sorun; ABD'nin İsrail'in yakın dönemdeki güvenlik ihtiyaçlarını gidermeye ne kadar eğilim duyacağı ve stratejik bir çözüm olarak bir barış anlaşması için İsrail'i ne kadar zorlayacağına dönüşüyor.
(devam edecek…)