22 Temmuz seçimlerinden sonra, Kürt sorununu çözmek ve PKK terörüne son vermek için bir fırsat doğdu. Yalnız iç değil dış konjonktür de belki hiç olmadığı kadar elverişli bir hal aldı. Neden?
Şurası muhakkak ki, AB'ye katılım sürecine girilmesinden sonra dünyanın Türkiye algılaması değişti. Çünkü 2001-2004 AB reformlarıyla Kürt kimliğinin fiilen tanınması, kendini Kürt sayan yurttaşların dil ve kültürlerini özgürce yaşamalarının önündeki engellerin kaldırılması yolunda bazı adımlar atılması ve ifade özgürlüğünün genişlemesinden sonra, silahlı ayaklanmanın haklı görülebilecek yanı kalmadı. PKK'yı "özgürlük savaşçısı" olarak görenler dahi, onun en ağır terörü esas olarak Kürtlere ve kendi üyelerine uygulayan, gerçek anlamda terörist bir örgüt olduğunu anlamaya başladı. Dış konjonktürün değiştiğinin belki en açık belirtisi, 2002 yılında gerek ABD'nin gerekse AB'nin PKK'yı terör örgütleri listesine almaları oldu.

Hangi amaca ve kime hizmet ettiği belli olmayan PKK, 22 Temmuz seçimlerinden sonra Türkiye Kürtleri arasındaki nüfuzunu yitirme telaşına kapıldı. Ankara'yı K. Irak'ı işgal ederek bütün bölgeyi kapsayan bir Türk-Kürt savaşının içine çekmek amacıyla provokatif saldırıları tırmandırdı. AB, saldırıları şiddetle kınadı ve Türkiye'nin yanında yer aldı. ABD yönetimi de, PKK'nın K. Irak'ı da istikrarsızlaştırma peşinde olduğunu nihayet kavradı. 5 Kasım'daki Bush-Erdoğan buluşmasından sonra ABD "ortak düşman" ilan ettiği PKK'ya karşı "canlı istihbarat" sağlamaya başladı ve PKK mevzilerini bombalaması için Irak hava sahasını Türk savaş uçaklarına açtı. Irak'ın işgalinden bu yana gerilimli Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı. Irak'taki Kürt Bölge Yönetimi (KBY) de, PKK'ya adeta göz yuman tavrını gözden geçirmeye başladı. Bunda ABD'nin uyarıları yanında, Ankara'nın hedefin yalnızca PKK olduğunu ilan etmesi de rol oynadı. Bugün gelinen noktada gerek ABD'nin, gerekse KBY'nin Türkiye ile ilişkilerine zarar veren bir çıbanbaşı olan PKK'nın tasfiyesini istedikleri görülüyor.

PKK'nın silahlı isyanı başlattığı 1984 yılından bu yana yaşanan tecrübeler ışığında yapılması gerekenler belli: Her şeyden önce, kendini Kürt sayan yurttaşların dil ve kültürlerini serbestçe yaşamalarının, kendilerine özgü dertlerini özgürce ifade etmelerinin önündeki engeller adım adım kaldırılmalı. Hükümet, bu yönde atılması gereken adımları parlamento içindeki ve dışındaki, şiddete karşı olan Kürt siyasileriyle gireceği diyalog ile belirlemeli. Af, terörle mücadelenin vazgeçilmez bir aracı. PKK'nın etkisizleştirilmesi için sıradan militanlarının uygun bir formülle affedilmesi, normal yaşama dönmelerinin yolunun açılması şart. Affın sonuç vermesi için, PKK'nın pençesinden kurtulan gençlerin geçimlerini nasıl sağlayacakları da düşünülmeli. Ankara, PKK'nın bitirilmesini gerçekten istiyorsa, PKK elebaşılarının terörü terk etmeleri koşuluyla üçüncü ülkelere iltica etmelerine de itiraz etmemeli. Sorunun çözümünde en önemli araçlardan biri, kuşku yok ki, Kürt çoğunluklu bölgede işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kaldırılması. Nihayet, Kürt Bölge Yönetimi ile mutlaka diyalog kurulmalı. Ankara, topraklarının terör örgütü tarafından kullanılmasına hiçbir şekilde izin vermeme ve dostluk politikası izlemesi karşılığında KBY'nin özerkliğine saygı göstermeli, bölgeyle ekonomik karşılıklı bağımlılığı derinleştirmeli.

AKP hükümeti elverişli koşullardan yararlanarak Kürt sorununda çözüme ilerleyebilecek mi? Şimdilerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sadece askerî operasyonlardan ve bölgeye yapılacak yatırımlardan söz ediyor. Başbakan Erdoğan okullarda anadilde eğitim yapılmasını, üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açılmasını talep eden Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu'na "Sadece Kürtler yok. Çerkezler, Lazlar da var. Başkaları da isteyince ne olacak?" cevabını veriyor. Eğer ölçü, Gül ve Erdoğan'ın söylemleri ise, umutlanmak için fazla bir neden yok.

 
Kaynak: Zaman